30 Haziran 2011 Perşembe

In Murphy We Trust

Eveeet, her ne kadar Radikal'i önümüze açmış ve yazmaya hazır durumda olsak da, kimi zaman daha önemli şeyler var.

O kadar ters  bir gün geçirdim ki, bugünü kaydetmek haber özetlemekten daha önemli benim için. Sonradan dönüp "Ya aslında ufak şeylermiş ama ne stres yapmıştım o gün, demek ki gerçekten geçiyor her şey" diyebilmek adına, ters günleri hatırlamayı severim ben.

Ofise geldiğimde yapmam gereken, itibari hizmet süresinin tespitine ilişkin 17 dosyaya beyan yazmaktı. Bilirkişi raporlarını 28'inde aldık, hakim duruşmayı 5'ine verip kesin süre ihtaratı yaptı. (Birkaç blog önce yazmıştım.) Raporların hepsi aynı ve aleyhe. Bu işi enteresan kılan ise, benim daha önce hiç böyle bir davayla uğraşmamış oluşum.

Tamam, önceden bir davaya cevap yazmıştım ama, bu konuda tek yaptığım Hacer'in önceden yazmış olduğu dilekçenin ismini numarasını filan değiştirmekti. Fakat elimde önceden yazılmış bir itiraz dilekçesi olmadığı için, tamamen "ne yapacağını bilemez" bir haldeydim iki gündür - bu iş yüzünden. Neyse, korkunun ecele fayfası yok diyerekten aldım klavyeyi elime... Evet, günün belki de en iyi hissi buydu, 17 dilekçeyi 1 saatte filan bitirmiştim! Böyle, "Ne yazıcam ki...." diye kıvranıp da sonra on dakikada şahane dilekçeler çıkarma hissini çok seviyorum. Neyse yazdım işte Mehmet Abi'ye gönderdim, onayımı da aldım misler gibi. İlk denemede on puan. Sanırım avukatlık benim gerçekten içimde var :)

O ararda Ilgıt notere gitti, ihtarname çekecek. Uzun uzun anlatamicam ruhum daralıyor, bu konuda lütfen bir önceki kaydıma göz atınız.

Yalnız orada şunu yazmamışım; şimdi Ilgıt beni ilk aradığında ben ofisten çıkmıştım AKM'nin yanındaki İş Bankası önünde ATM sırası bekliyordum tamam mı. Bana durumu anlatınca istemsiz bi şekilde "Bu noter nası bi lüzumsuz bi adam yaa!" deyiverdim, ATM'de işini yapmakta olan adam dönüp "Bana mı dediniz" demez mi! Yok estağfurullah neden size diyeyim dedim ama, belki de noter oydu, bilemiyorum... Keşke "Beyoğlu şu noteri siz misiniz, sizseniz evet size diyorum" deseydim. (Bu arada, elbette ki "lüzumsuz" dememiştim.)

İhtar meselesini halledip (yani hallettiğimi sanıp) Üsküdar'a koştum. Çünkü 15.30'da keşfe çıkılacaktı. İskeleden taksiye binmek üzereyken Ilgıt yine aradı, onunla konuşurken taksiciye "Yakın yere gidicem olur mu" diye sordum, adam başta yok dedi, sonra Çiçekçi Adliyesi dedim, iyi tamam dedi, ben de bindim. Bu arada telefonu kapattım, ne konuştuğumuzu da söyleyeyim: Efendim bu sefer de muhatabın adresini yazmamışız... Hay bin Şeytan, acele işe illa karışıcan di mi?

Taksiciden fırça yedim bi ton. Efendim madem yakın yere gidecekmişim niye soruyormuşum, niye biniyormuşum, dalga geçer gibiymiş. İyi de dedim, alan var almayan var, niye sormayayım, niye dalga geçer gibi olsun ki? İn de ineyim allah allah. Neyse gittik adliyeye.

Kaleme bi girdim, Sezer'le burun buruna geldik. Tamam bu iyi bir şey evet. Fakat ben 15.20'de oradaydım, lakin heyet çıkmış! Ohannesburger, ayıp diye bir şey var be!

Bilirkişiyi aradık, "5'e doğru ancak orada olabilirim" dedi, biz de Sezer'le bir şeyler içtik ve ben sonra şirkete yollandım.

Saat 4.30'dan 6.40'a kadar bilirkişi bekledim.

He o arada en azından Emel'e uğrayıp (o şirkete geçti çünkü) hayırlı olsun diyebildim. İlgili GMY ile görüşüp hukuki süreçlerde bize ne gerektiği konusunda bilgi verdim. İyi oldu. GMY Bey beni pek beklediği gibi bulmadı sanırım, biraz fazla "genç" olduğumu düşünmüş gibi hissettim. Bilemem ama ne yapabilirim, insan 40 yaşında doğmuyor.

Tüm bu süreçte aç olduğumu belirteyim.

Saat 6.40'ta artık çıkmak zorunda kaldım, çünkü uçağa yetişecektim. 7.55 uçağı ile Ankara'ya uçmam gerekiyordu.

Tam asansörden indim, baktım bilirkişi aramış. Meğer onlar da aynı anda yan asansörle yukarı çıkıyorlarmış! Hemen geri çıktım, en azından bir kendimi tanıtıp rehberlik edecek İK'cı ile tanıştırıp özür dileyip hemen koştum gittim.

Neyse ki trafik boştu, çok rahat geldim. Halbuki Ataşehir'den feci korkuyordum ve o saatte boş olmasının aslında hiç imkanı da yoktu. Ama Rabb'im enteresan olabiliyor.

Güvenlikte hangi sıraya girsem sorun çıktı. Tuvalet için bile bi ton sıra bekledim.

Ancak bizi kapıdan uçağa götürecek otobüste telefonla konuşacak hali bulabildim. Hemen şirketi aradım, ne oldu ne yaptık diye. Allah kahretmesin, benim orada mutlaka olmam gerekiyordu! Davacı asiller de gelmiş (iki dava vardı) ve vekilleri de son derece hırçın davranmış. Böyle bi "Pis işveren!" tarzında, sanki onun şahsi işiymiş gibi, bi saçma sapan tavırlar, bi bilirkişiyi kafakola almaya çalışmalar filan... Allahtan bilirkişi efendiliği bırakmamış ve onları susturmaya çalışmış Allah razı olsun. Birkaç evrak isteyip gitmiş. Ama benim mutlaka orada olmam gerekiyordu...

Uçak geç kalktı biraz ama olsun. Geldik şükür.

Sabah Polatlı'ya gideceğim, Efsun'lara gelirken gara uğrayıp YHT biletimi aldım. Tanrı'nın bana yaptığı son oyun, en sık uygulaması olan gişede bekletmekti. Ama o da bitti şükür.

Yorgunum :) Daha Radikal'i yazacağım, bakalım hangi kafayla :)

Göksun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder