28 Şubat 2011 Pazartesi

İzmir'den Libya'ya talimat kaça gider?

Hay Allah ya, tam keyfim yerinde, buraya gelip oturana kadar bir şeyler yazmaya iyice motive olmuşum, tam deniz kenarında yer de bulmuşum, Vostro’nun pili de var... Ama olacak iş mi şimdi bu, blogspot.com neden açılmıyor ki? Feci keyfim kaçtı.

Halbuki, her ne kadar ve son derece “kendi kendime” takılıyorsam da, izleyiciler bölümündeki tanımadığım 3 kişiyi görmek beni mutlu ediyor.

*
İzmir’deyim. Buraya her geldiğimde, “Allah’ım neden İstanbul, neden...” hezeyanı yaşıyorum. Gerçi burada yaşasam burası da benim için İstanbul gibi olacaktır mutlaka, sanki şimdi İstanbul’da öğleden sonra deniz kenarında çayımı kahvemi alıp yazı yazabiliyor muyum? Halbuki Dolmabahçe Sarayı’ndan bağırsam duyulur, oranın çay bahçesi de muhteşem ve çok ucuzdur. Sonuç? Hiç. Orada çok sevdiğim bir arkadaşım da çalışıyor olmasına rağmen üstelik, Taksim Meydanı’ndan aşağı kaptırıp iki adım yürümüşlüğüm yok.

Allahtan İzmir güzel ve ben sık geliyorum. Şuna bak ya, Moda’da yaşıyorum, her gün iki here vapura biniyorum, Dolmabahçe’nin hemen üstünde çalışıyorum, fakat deniz kenarı keyfi için İzmir’e geldiğime şükrediyorum. “Hayat ne tuhaf vapurlar filan...”

*
Bugünkü adliye anımız davacı vekilimizden. (Bu arada, buranın çingeneleri daha bir laftan anlıyor sanki. Geldi şimdi “fal bakayım” diye, bi hayır dedim direk gitti. Etkilendim.)

Davacı vekilimizle artık tanışıyoruz, çünkü ben sürekli buradayım ve ikimiz de “tanışma yanlısı” insanlarız. İyi anlaştık yani. Neyse, kendisinin bugün karşılıklı olduğumuz mahkemede bir duruşması daha vardı, çıkınca geldi zaptı gösterdi ve duruşmayı anlattı...

Bir tanıkları Libya’da çalışıyormuş, ifadesinin de Libya’da alınması gerekiyor tabii ki. Geçenlerde 1000 lira masraf yatırmışlar işte efendim yazı gönderilecek ifade alınacak diye. Fakat şimdi Libya’da durumlar malum, ifadeyi kim alacak nerede nasıl alacak, işler karışık... Hakim şöyle (yani şunun gibi bir şeyler) yazdırmış zabıta: “Libya’daki halk ayaklanması sebebiyle orada bulunan Türk vatandaşları Türk hükümeti tarafından Türkiye’ye getirildiğinden, tanığın Türkiye’ye gelecek olması da pek muhtemel olduğundan, talimatın tanığın yerleşim yeri olan Burdur’a yazılmasına...” (Burdur’u attım.)
Komik ve anı olmayı hak eden bir zabıt ama hakim ne yapsın. Ortalık karışık.

Bu arada, geçen Sözlük’te trenchkot’un bir entry’si vardı, sanırım Mehmet Ali Birand başlığında. Özetle diyor ki, “Mehmet Ali Birand Libya’daki olayların sonuçlar için ‘geçer bunlar’ diyor ama, oradaki işlerin batması kaç firmanın iflası demek haberiniz var mı sizin” gibi bir şeyler. Hakikaten de, olaya öyle bakınca vallahi oturup ağlayasım geliyor. Yok, biraz taşkalpli bir ağlama bu, ölen siviller filan için değil. Şimdi böyle yazında kendimi çok Anakin Skywalker gibi hissettim ama gerçekten diyorum, ben en çok oradaki işleri yüzünden iflas eden şirketler için üzülüyorum. Yazık lan.

Ölen siviller ve Libya halkı için olan hissimde biraz da takdir ve saygı var. Üzülmek değil bu tam olarak, onlar olması gerekeni yapıyorlar ve bu “olması gereken” bu kadar geç kaldığı için sonuçlar da bu kadar vahim. Er ya da geç ölünecekti, çünkü yapacak başka bir şey yoktu. Ama çok saygı duydum cidden söylüyorum; ve bu vakte kadar pek sesleri çıkmamış toplumların birden bire patladıkları bir devirde yaşadığım için içten içe keyifleniyorum.

İleride bir gün bu yıllarımı, halk ayaklanmalarını takip ettiğim, Mehmet Uçum’la çalıştığım, İzmir Pasaport’ta çay içip blog yazdığım, İzmir’de arkadaşlar edindiğim ve Coen filmlerini izlediğim bir dönem olarak hatırlayacağım.

Bu arada Mehmet Ağabey, olur da blogumu okursan, valla billa ben seni çok seviyorum. Bunu kalkıp ofisin ortasında söylemiyorsam bir sebebi var. (Nasreddin Hoca’nın sakız nüktesini hatırlatırım.)

İzmir’den şöyle bir şikayetim var, burada doğru düzgün buzdolabı süsü yok. Şimdi bu şöyle bir şikayet, benim koleksiyonumla alakalı. Ben her gittiğim yerden magnet toplarım, gerçi Fransa’dan çok eksiğim var ama olsun. Ama ne yapabilirdim, belki on tane yer gezdim bu sene Fransa’da, 3.5 yuro desek 70 lira sırf magnete verecektim ve fakat gerçekten çok çulsuzdum o vakitler. (Şimdi de pek çullu sayılmam ama olsun.)

Bugün Pasaport’a gelmeden önce Kızlarağası Hanı’nda dolandım, magnet aradım sağda solda. Yok abicim, Türkler magnet yapmaktan kesinlikle anlamıyorlar, hele İzmirliler hiç anlamıyor. Türk magnetlerinde bir kere, bir fotoğraf basma hastalığı var. Hiç “bir grafik yapalım, yaratıcı bir şeyler olsun, uyduruk malzeme kullanmayalım şık görünsün...” gibi dertleri yok bizimkilerin, anca klişe fotoğraflar bas (onların da hepsi aynı olsun) ya da bulabildiğin en ucuz ve uyduruk malzemeden kabartma bişeyler yap. İstanbul’da bu hep Ayasofya’dır, İzmir’de ise Saat Kulesi. Hadi İstanbul’da Sultanahmet’ten cam bir magnet bulup aldım, üstünde İstanbul yazmıyorsa da lale desenli olduğundan derdini anlatıyor. Peki İzmir? Hı? Bir Saat Kulesi midir İznmir’li magnetçilerin tüm sunabileceği? Allah muhafaza kulenize bir şey olsa ne yapacaksınız? Turistlere “kusura bakmayın bizim tek görselimiz olan kule yıkıldı, magnet üretimi bitti” mi diyeceksiniz? Ya kardeşim, şu Pasaport’un seyir teraslarını koysan bile daha güzel be. Allahını seversen İzmir’e gelen kaç kişi Saat Kulesi’ni görmeye geliyor? Bari bi Meryem Ana koy, üstüne İzmir yaz, martılı denizli pelikanlı bir şey yap, Kordon’da rakı balık yapan bir çift koy, hadi onu da bulamadın o çooook anlattığınız kumrudan koy... Tabi bunların hiçbiri fotoğraf olmasın, bunu söylemeye gerek duymamalıydım aslında...

Bu arada, bugün Adliye’den buraya otobüsle geldim. Hoşuma gitti, öğrendim artık. Hangi otobüsle geldiğimi unuttum ama olsun, bindiğimin üstünde zaten Gümrük yazıyordu, bir de 120 numaraya binebilirmişim. Üç binişlik biletim de oldu, iki biniş kaldı.

Bu çok binişlik kartlar da, belediyelerin yeni kazıklama makinesi oldu ha. İstanbul’da da böyle, tek bir kere bineceksen bile 5 binişlik alıyorsun. Niye ki abi, biri bana bundaki tüketici menfaatini anlatabilir mi? Önceki gelişlerimden birinde vapura binerken iskeledeki bir abla kendi kartını kullandırmıştı sağolsun, madem bi kere binecekmişsiniz diyerekten. Bu sefer 6.5 lira bayılıp kart aldım, artık farz oldu bir dahaki gelişimde kullanmam lazım... Neyse zaten 30’unda kalmalı geleceğim, o vakit kullanırım herhalde. Ne yapayım bütün gün adliyede.

Yeter şimdilik. Rüzgar ediyor, ellerim üşüdü yazarken. Gerçi pilim daha idare eder, ama artık yazmakta zorlanmaya başladım. Hem daha gazete okuyacağım. Biraz daha oturup havaalanına giderim, bu yazdığımı da blog’a ne zaman koyabilirim Allah bilir. Hala açılmıyor blogspot.

Öperim çok :)
Göksun.

*
Not: Aslında yazarken de post edebilirmişim... Şu an havaalanındayım uçağımı bekliyorum. koridorda.blogspot.com yazınca zinhar açılmıyor, fakat blogger.com yazında şak diye açıyorsun. Bi saçma bi garip...

27 Şubat 2011 Pazar

İstanbul Barosu avukatlarından GGG...

Yok, bir habere konu olduğumdan değil.

Fakat olur da adliyede dayak mayak yersem sanırım baro beni de böyle duyuracak.

Ağzımızın tadıyla bi hukuk gazisi olamayacağız yani. İlla bir "tecavüz mağduru" muamelesi yani.

http://www.istanbulbarosu.org.tr/Detail.asp?CatID=1&SubCatID=1&ID=5572

25 Şubat 2011 Cuma

Nerden biliim ben adamın UYAP adresini!

Ya bu UYAP bambaşka bi açılım oluşturdu hayatımızda...

Ben stajyerken, 2007'de yani, borçluların TC'lerini vermeden takip açamıyorduk. Tabii nereden bilelim adamların TC'lerini, katipler oraya 111 filan diye yazıyorlardı bir şeyler. Hala öyle mi bilmiyorum.

Şimdi de yetki meselesinde başımıza iş açıyor şu UYAP. Davalının ev adresini bulmuş dava dileçesini göndermişiz, adam da tebliğ almış, belli ki orada oturuyor. Vekili yetki itirazında bulunuyor, ikameti orada değildir Bakırköy'dedir diye. UYAP'tan bir bakılıyor ki meğer Bayrampaşa'daymış. Hoop yetkisizlik...

Ya kardeşim ben nereden bilicem davacının ikametgah kaydının nerede olduğunu? Sen bana MERNİS ya da UYAP'tan sorgulama yaptırtıyor musun? Kaldı ki adam tebliğ almış o adreste, davamı davalının bulunduğu yerde açmışım işte, daha ne istiyorsun?

Senin bana göstermediğin UYAP kayıtları yüzünden vekalet ücretleri gidiyor, naber...

24 Şubat 2011 Perşembe

Tanık dediğin birbiriyle çelişecek...

- Tanık Bey merhaba, biliyorsunuz yarınki duruşmada bulunmanız gerekiyor, önceden de görüşülmüştü sizinle bu konuda...
- Ya evet biliyorum ama gelmesem olmaz mı?
- Gelmemeniz sakıncalı olur, hakkınızda polis zoruyla getirme çıkar ya da hakim sizi dinlememeye karar verebilir.
- Ya Diğer Tanık Bey ifade vermedi mi zaten?
- Verdi evet.
- E tamam ben de aynı şeyleri söylicem zaten gelmesem olmaz mı?
- ....
(Sabırla açıkladım. Geldi sağolsun.)

(Bunu daha önce de yazmışım. Olsun.)

23 Şubat 2011 Çarşamba

Sosyal "Güvenlik" (!) sistemi: Hiç olmasa daha iyi.

Merhaba,

Öncelikle, SG Hukuku'nun bu kadar karmaşık ve anlaşılmaz olması insanda dağa çıkma hissi uyandırıyor, bunu daha önce de söylemiş olabilirim. Devletin vatandaşına yardım sağlaması nasıl bu kadar zor olabilir kardeşim, nasıl yani ya? Son günlerdeki en sevdiğim aforizmam: Herhangi bir devlette yaşayarak nasıl anarşist olunmaz ki? Adam -mesela- iş kazası geçirecek de bi de bu mevzuatla prosedürle uğraşacak... Elimde bir dava var, adamcağızın 3 parmağı gitmiş, SGK diyor ki maluliyet %11. Nası ya. Adamcağız sorup duruyor "Dava ne zaman biter" diye, "Ya işte itiraz edicez daha, bir rapor daha gelecek, sonra kusur ve tazminat için bilirkişi, tabi davalı onlara itiraz eder, ek rapor, derken işte 2012 Aralık'ta belki..." diye anlatamıyorum ki. Bu neden bu kadar zor anlamıyorum. Devletimiz bölünmez bütünlüğünü koruyadursun...

Neyse ben şu Torba Kanun garabetini okurken Avukatlık Kanunu'nda iki değişikliğe rastladım. (Daha çok da olabilir ama ben bu ikisini görebildim o kalabalığın içinde) Buyrun:

MADDE 194- 23/6/1965 tarihli ve 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanununun 24 üncü maddesinin ikinci fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir.“1136 sayılı Avukatlık Kanununda avukatlık büroları ve hukuk büroları ile ilgili düzenleme yapılıncaya kadar meskenlerdeki avukatlık ve hukuk büroları faaliyetlerine devam ederler. Bu süre, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki yıldır. Bu hüküm 3568 sayılı Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanununda ilgili düzenleme yapılıncaya kadar meslek mensupları tarafından açılan bürolar hakkında da uygulanır.”

MADDE 195- 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 27 nci maddesinin ikinci fıkrasının son cümlesinden önce gelmek üzere aşağıdaki cümleler eklenmiştir.“Her yıl yenilenen vekâlet pulu bedeline ayrıca yüzde beş oranında ilave yapılır. Bu suretle elde edilecek kaynak avukat stajyerlerinin genel sağlık sigortası primlerinin ödenmesinde kullanılır. Kaynağın yetersizliği durumunda staj kredi fonundan aktarım yapılarak prim ödemesi yapılır. Bu primler Türkiye Barolar Birliği tarafından ödenir.”*


Eğer Torba Kanun'daki iş ve sg hukuku değişikliklerini gösteren bir çalışmanız var ise, allahınızı/karmanızı/herhangi bir şeyinizi severseniz paylaşın. Valla kapatıp gidip Bodrum'a yerleşicem o olacak. Bende de çok güzel bir Yeni Borçlar Kanunu'nda İş Sözleşmesi gibi bi çalışma var elinizin artığı, karşılığında onu gönderirim.

Çok sinirliyim çok. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı olmaya karar vermiştim bir ara, sistemi yok etmek için. Sonra vazgeçtim. Çünkü bu sistem şey gibi, 2001 A Space Oddysey'deki o kırmızı gözlü makine gibi.

Allam yareppim ya.

Göksun.

22 Şubat 2011 Salı

Retinaya yerleştirilmiş GBT makinesi

Yer Ankara Adliyesi, gün bugün. Koordinat, girişteki Ziraat Bankası'nın önü. Ve ben cübbeliyim.

İki tane adam bana bakıyor, biri yarma gibi. Ama şey bi bakış, kendilerine alenen bir şey demek de akıl işi değil ama, boş biraz. Yani sinirli kontrolcü filan değil, bildiğin boş, tuhaf.

Ben de bunlara baktım. Bunlar selam verdi. Ben de verdim.

- Kusura bakmayın hocam, biz polisiz de, ondan bakıyoruz.
- ??????

CMK 231 diyesiler...

- Katılan vekilinden soruldu...
- Sayın hakim olayda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının koşulları oluşmamıştır.
- Sanık müdafiinden soruldu, CMK 231. maddenin uygulanmasına bir şey diyor musunuz avukat hanım?
- Sayın hakim CMK'nın 231. maddesini bilmiyorum.
- Bilmiyorsunuz?
- Bilmiyorum.
-...
-...
- Sanık müdafii CMK'nın 231. maddesinin uygulanmasına bir diyeceğimiz yoktur dedi.

*
Not: Bilmeyen benim.

21 Şubat 2011 Pazartesi

Bizim Başkan bi ödül almıştı, neydi o?

İstanbul Barosu Baro Meclisi Yönergesi'ne karşı kanun yolu nedir? Soruyu refleksimi göstermek adına soruyorum, cevabı için herhangi bi araştırma yapmadım henüz.

"Baro Yönetim Kurulunca belirlenecek (5’i en çok 5 yıllık avukatlar arasında seçilen) 15 Avukattan..." kısmının iptalini istiyorum. Ya (delikanlı olup) demokratik demesinler ya da bunu iptal etsinler.

Buyrun yönerge linki: http://www.istanbulbarosu.org.tr/komet.asp?CatID=41&SubCatID=79&ID=1089&konu=1020

Müdür kim, kime konuşalım?

Göksun.

"Hadım" meselesi (Posta kutumdan, eskidi ama...)

Yorgun kafayla, elime geleni yazıyorum:

Ülkenin zihniyetinin böyle olduğu malum. İki dakika düşünsek iki milyon örnek buluruz. Eğer tedavi ya da hadım, her ne haltsa, öyle bir uygulama gelecekse bu ülkeye, ben de böyle "asmayalım da besleyim mi" kabilinden hastalıklı zihinlerin hadım edilmesini öneriyorum - ürememeleri için.

Özellikle çocuğa yönelmiş cinsel suçlar hepimizin yumuşak karnı, hatta benim onların insani muameleyi hak etmediklerine dair adını bu kadar da net koyduğum hislerim bile var. Ama benim hislerimle insan olmak farklı şeyler. Her dekolte giyen kadına "tamam bu tacize uğramayı göze almış" gözüyle bakan adamlar bizim tepemizde durabiliyorlarsa, "tamam bu tacize uğramayı göze almış" diyerek kadının üstüne atlayan vatandaşa hiç-bir-şey yapamayız. "Adam haklı beyler" - ve hanımlar. Böyle yetişmiş çünkü.

Bu zihniyeti ve bu lüzumsuz tipleri ayıklamadıktan sonra, bir arpa boyu yol kat edilemez. Şimdi bu iş kanunlaşır, 10 sene sonra kaldırılır, olan o arada "tedavi" görmüş olanlara olur. Ha tekrar söylüyorum, tırnak kadar acıma yok bu söylemimde, aslında hepsi beter olsunlar. Ama -nerede okuduğumu hatırlamıyorum Sözlük olabilir- idamın ceza olamayacağını savunduktan sonra kişinin hadım edilmesini meşru bulamayız. Çünkü aynı şey. İnsanı geri dönüşümsüz hale getiren işler bunlar. E hani ceza hukukunun amacı "resosyalizasyon" idi? (Resosyalizasyon ne ya bu arada, böyle amaç mı olur. Doğru düzgün topluma kazandırma diye geçsin şu.)

Evet bahisleri açıyorum, madem fiziksel sapıklar hadım edilecek bu zihni sapıklar da edilsin. Genlerini aktaramasınlar. Vallahi de billahi de tillahi de daha faydalı bişey olur. Amaç bataklığı kurutmaksa, aha işte bataklık bu. Yoksa öbür adamın bir tarafı değil.

İyi günler herkese,
Göksun.

"Devlet arkadaşlık isteğinizi reddetti."

Devlet, "hayırcı" Alevi köyünü "ignore" etmiş. Buyrun:

http://haber.sol.org.tr/kent-gundemleri/hayir-diyen-alevi-koyunu-devlet-terk-etti-haberi-39465?utm_source=bulten&utm_medium=email&utm_campaign=newsletter

Tanık meselesi

Bugün tanık dinleteceğim, şirketin müdürlerinden biri. Ama tanıklık yapmayı pek sevmiyor, çünkü ne zaman dinlenecek olsa ya şehir ya yurtdışında. Cumadan aradım dedim böyle böyle, pazartesi mahkemeye bekliyoruz, yine bir ton "Gelmesem olmaz mı, iş güç falan filan..." dedi.

- Geçen celse bölge müdürü dinlendi zaten diye biliyorum?
- Evet dinlendi
- Tamam ben de aynı şeyleri söyleyeceğim zaten gelmeme gerek var mı?
- ?!?! Zaten o yüzden gelmeniz gerekiyor, tanıkların birbirini teyit etmesi için...

Neyse geldi sağolsun. Duruşmadan önce oturduk konuştuk, bizim Tanık Bey'de bir özgüven, ağzında bir sakız... Oturuş filan rahat...

Bu Sakızlı Tanık Efendi duruşmaya girdi tamam mı, bir de baktık ki, o rahatlık yerini kulaklardan başlayan bir kırmızılığa bırakmış... "Eh be Müdür" dedim, "Sen de Bakırköy'deki amcagillerdenmişsin" (Bkz. aşağıdaki bloglardan biri.)

"Avukat bürosuna deneyimli suflör aranıyor"

Şubat 2011 itibariyle, duruşmada söyleyeceği şeyi küçük cep boy not defterinden okuyan bir avukat da gördüm ya, artık benim için mesleğin karizması iyice bitmiştir.

Tamam not defterinden okuyacaksın bari o defter elinde dursun, hem duruşmaya geç kalıp bi de elli saat poşet karıştırma. Allah'ım, poşetin içine elini sokup on saat kurcalayan teyzeler gibiydi. Elinde derken, okurken masanın üstüne koy. Elinde öyle Mahmure'nin aynası gibi durmasın.

Sunduğu dilekçede Türkçe karakter olsaydı bari. Yalnız, Türkçe olması gereken karakterler hiç yok, yerleri boş. Ya hadi onu bile ayarlamadan geliyosun bari zımbala da ver şu dilekçeyi. Hadi onu da yapmadın, yetki belgesini baro odasında unutma be kardeşim.

Mesleğini söylerken eminim bi "eh ben de aukatım işte, bilirsin, hukuk işleri, bizim işimiz çok zor biz çok ayrı bi gezegende yaşıyoruz..." tribi atıyordur - çünkü bunu her avukat atar. Yerim.

Yargıtay'dan karar çıkarttırma meselesi.

Şişli'de bir duruşma öncesi, davacı işi uzatmakta kararlı...

- Yalnız tavzih Yargıtay'dan hala gelmemiş...

- Tamam da zaten biz niye tavzih bekliyoruz ki? İlamda sehven yapıldığı çok bariz bir maddi hata var, yargıtay böyle bariz durumlarda tavzih istemiyor ki. Dosya bilirkişiye bu haliyle gitsin, hesap doğru tarihe göre yapılsın, olsun bitsin. hem sizin için de daha iyi.
- O zaman siz de dosyanızı takip etseydiniz de Yargıtay'dan çabuk gelseydi!
- Dosyanın Yargıtay'dan çabuk dönmesini sağlamak nasıl yapılıyor bilemiyorum, ama o da bir yöntem tabii ki...

Nası ya? Bi kere tavzihi ben mi istedim? Ayrıca ne diyeceğim, Yargıtay'ı arayıp "Ya ama sayın hakim ayıbediyosun kaybediyosun" mu diyeyim, nası ya? Keşke "Sen şunu bana bir anlat hele, erken getirtebiliyorsan sakın bu gecikmenin sebebi de sen olmasaysın?" diye bi sorsaydım... Ama o ara önündeki kaleme girip kayboldu zaten. Herhalde ne dediğinin ancak o an farkına vardı.

Neyse, duruşmada...

- Sayın Hakim, tavzihin gelmesini beklememize gerek yok, biz emsal kararı sunduk, bu tür maddi hatalarda yargıtay dosyanın doğrudan bilirkişiye gönderilmesini uygun görüyor. Aksi takdirde hak kaybının önünü alamayız.
- Evet tamam gönderelim.

Oh.

Çok karar veren bilmez, çok davalı olan bilir.

Bakırköy Adliyesi'nde bir amcayla karşılıklıyız. Yani (ortaklığın giderilmesi davasında) ben davacı vekiliyim, amca davalılardan biri. Duruşma beklerken amcam beni bulmuş konuşuyor da konuşuyor, şu şöyleydi de bu böyleydi de ben her duruşmaya geliyorum hakim bana söz vermiyor da, dosya Ankara'ya gidince oradaki hakimler bakacak "bu adam hiçbir şey dememiş" diyecekler de... Gerçekten bi 20 küsür dakika konuştu ama ben hem zaten dosyayı bilmiyorum, hem de amcanın ne dediği pek anlaşılmıyor. Kafa sallayıp dinliyor görünüyorum, incelikten kırılıcam. "Hakim size söz vermiyorsa bile siz bunları yazılı olarak verin, o yazdığınız dosyasına girer mutlaka" filan dedim.

Neyse ben bi baro odasına gittim geldim, o arada amca diğer davalılardan birinin vekilini bulmuş onu esir almış, ha babam anlatıyor...

Girdik duruşmada. Hakim amcaya sordu:

-Bir diyeceğin var mı
- Yok.

Sana hiçbir şey demiyorum amca.

"Uğraşma Uzlaş"

Adliyelerin son bombası. Keşke bu ilanın fotoğrafını çekeydim, görselini bulamadım çünkü.

Bi "kimse kendi kusuruna dayanamaz" ilkesi vardı, n'oldu ona?

...bilirkişi raporu doğrultusunda karar verildi.

- siz buranın emekli hakimini tanıyor musunuz?
- yok ama methini çok duydum.
- evet çok meşhurdu. bi' kere karar verecek, ama dosyayı incelememiş. o dosyada da bilirkişi raporu gelmişti o celsede rapora beyanda bulunduk. bizim dilekçeyi alınca "bunun duruşmasını bugün saat 3'e erteliyorum, gelin karar vericem" dedi, iyi dedik gittik.

biz davacıyız, fazla mesai dahil işçilik alacaklarını talep etmişiz ama bilirkişi raporunda fazla mesaiye dair hiçbir şey yok. bilirkişi tamamen unutmuş bu alacağı. işte ona itiraz etmiştik biz de dilekçede.

neyse saat 3 oldu, girdik duruşmaya. karar geldi, fazla mesaiye dair hiçbir şey yok, bilirkişi raporu neyse hakim onu yazdırıyor...

sayın hakim böyle böyle diye durumu anlattım, baktı bi... hmm iyi tamam deyip zaptı iptal ettirdi yeni duruşma günü verdi. ya hem incelemiyosun, incelemek için süre istiyosun hem de yine incelemiyosun. işte öyle bi hakimdi.

- geçmiş olsun...