28 Şubat 2011 Pazartesi

İzmir'den Libya'ya talimat kaça gider?

Hay Allah ya, tam keyfim yerinde, buraya gelip oturana kadar bir şeyler yazmaya iyice motive olmuşum, tam deniz kenarında yer de bulmuşum, Vostro’nun pili de var... Ama olacak iş mi şimdi bu, blogspot.com neden açılmıyor ki? Feci keyfim kaçtı.

Halbuki, her ne kadar ve son derece “kendi kendime” takılıyorsam da, izleyiciler bölümündeki tanımadığım 3 kişiyi görmek beni mutlu ediyor.

*
İzmir’deyim. Buraya her geldiğimde, “Allah’ım neden İstanbul, neden...” hezeyanı yaşıyorum. Gerçi burada yaşasam burası da benim için İstanbul gibi olacaktır mutlaka, sanki şimdi İstanbul’da öğleden sonra deniz kenarında çayımı kahvemi alıp yazı yazabiliyor muyum? Halbuki Dolmabahçe Sarayı’ndan bağırsam duyulur, oranın çay bahçesi de muhteşem ve çok ucuzdur. Sonuç? Hiç. Orada çok sevdiğim bir arkadaşım da çalışıyor olmasına rağmen üstelik, Taksim Meydanı’ndan aşağı kaptırıp iki adım yürümüşlüğüm yok.

Allahtan İzmir güzel ve ben sık geliyorum. Şuna bak ya, Moda’da yaşıyorum, her gün iki here vapura biniyorum, Dolmabahçe’nin hemen üstünde çalışıyorum, fakat deniz kenarı keyfi için İzmir’e geldiğime şükrediyorum. “Hayat ne tuhaf vapurlar filan...”

*
Bugünkü adliye anımız davacı vekilimizden. (Bu arada, buranın çingeneleri daha bir laftan anlıyor sanki. Geldi şimdi “fal bakayım” diye, bi hayır dedim direk gitti. Etkilendim.)

Davacı vekilimizle artık tanışıyoruz, çünkü ben sürekli buradayım ve ikimiz de “tanışma yanlısı” insanlarız. İyi anlaştık yani. Neyse, kendisinin bugün karşılıklı olduğumuz mahkemede bir duruşması daha vardı, çıkınca geldi zaptı gösterdi ve duruşmayı anlattı...

Bir tanıkları Libya’da çalışıyormuş, ifadesinin de Libya’da alınması gerekiyor tabii ki. Geçenlerde 1000 lira masraf yatırmışlar işte efendim yazı gönderilecek ifade alınacak diye. Fakat şimdi Libya’da durumlar malum, ifadeyi kim alacak nerede nasıl alacak, işler karışık... Hakim şöyle (yani şunun gibi bir şeyler) yazdırmış zabıta: “Libya’daki halk ayaklanması sebebiyle orada bulunan Türk vatandaşları Türk hükümeti tarafından Türkiye’ye getirildiğinden, tanığın Türkiye’ye gelecek olması da pek muhtemel olduğundan, talimatın tanığın yerleşim yeri olan Burdur’a yazılmasına...” (Burdur’u attım.)
Komik ve anı olmayı hak eden bir zabıt ama hakim ne yapsın. Ortalık karışık.

Bu arada, geçen Sözlük’te trenchkot’un bir entry’si vardı, sanırım Mehmet Ali Birand başlığında. Özetle diyor ki, “Mehmet Ali Birand Libya’daki olayların sonuçlar için ‘geçer bunlar’ diyor ama, oradaki işlerin batması kaç firmanın iflası demek haberiniz var mı sizin” gibi bir şeyler. Hakikaten de, olaya öyle bakınca vallahi oturup ağlayasım geliyor. Yok, biraz taşkalpli bir ağlama bu, ölen siviller filan için değil. Şimdi böyle yazında kendimi çok Anakin Skywalker gibi hissettim ama gerçekten diyorum, ben en çok oradaki işleri yüzünden iflas eden şirketler için üzülüyorum. Yazık lan.

Ölen siviller ve Libya halkı için olan hissimde biraz da takdir ve saygı var. Üzülmek değil bu tam olarak, onlar olması gerekeni yapıyorlar ve bu “olması gereken” bu kadar geç kaldığı için sonuçlar da bu kadar vahim. Er ya da geç ölünecekti, çünkü yapacak başka bir şey yoktu. Ama çok saygı duydum cidden söylüyorum; ve bu vakte kadar pek sesleri çıkmamış toplumların birden bire patladıkları bir devirde yaşadığım için içten içe keyifleniyorum.

İleride bir gün bu yıllarımı, halk ayaklanmalarını takip ettiğim, Mehmet Uçum’la çalıştığım, İzmir Pasaport’ta çay içip blog yazdığım, İzmir’de arkadaşlar edindiğim ve Coen filmlerini izlediğim bir dönem olarak hatırlayacağım.

Bu arada Mehmet Ağabey, olur da blogumu okursan, valla billa ben seni çok seviyorum. Bunu kalkıp ofisin ortasında söylemiyorsam bir sebebi var. (Nasreddin Hoca’nın sakız nüktesini hatırlatırım.)

İzmir’den şöyle bir şikayetim var, burada doğru düzgün buzdolabı süsü yok. Şimdi bu şöyle bir şikayet, benim koleksiyonumla alakalı. Ben her gittiğim yerden magnet toplarım, gerçi Fransa’dan çok eksiğim var ama olsun. Ama ne yapabilirdim, belki on tane yer gezdim bu sene Fransa’da, 3.5 yuro desek 70 lira sırf magnete verecektim ve fakat gerçekten çok çulsuzdum o vakitler. (Şimdi de pek çullu sayılmam ama olsun.)

Bugün Pasaport’a gelmeden önce Kızlarağası Hanı’nda dolandım, magnet aradım sağda solda. Yok abicim, Türkler magnet yapmaktan kesinlikle anlamıyorlar, hele İzmirliler hiç anlamıyor. Türk magnetlerinde bir kere, bir fotoğraf basma hastalığı var. Hiç “bir grafik yapalım, yaratıcı bir şeyler olsun, uyduruk malzeme kullanmayalım şık görünsün...” gibi dertleri yok bizimkilerin, anca klişe fotoğraflar bas (onların da hepsi aynı olsun) ya da bulabildiğin en ucuz ve uyduruk malzemeden kabartma bişeyler yap. İstanbul’da bu hep Ayasofya’dır, İzmir’de ise Saat Kulesi. Hadi İstanbul’da Sultanahmet’ten cam bir magnet bulup aldım, üstünde İstanbul yazmıyorsa da lale desenli olduğundan derdini anlatıyor. Peki İzmir? Hı? Bir Saat Kulesi midir İznmir’li magnetçilerin tüm sunabileceği? Allah muhafaza kulenize bir şey olsa ne yapacaksınız? Turistlere “kusura bakmayın bizim tek görselimiz olan kule yıkıldı, magnet üretimi bitti” mi diyeceksiniz? Ya kardeşim, şu Pasaport’un seyir teraslarını koysan bile daha güzel be. Allahını seversen İzmir’e gelen kaç kişi Saat Kulesi’ni görmeye geliyor? Bari bi Meryem Ana koy, üstüne İzmir yaz, martılı denizli pelikanlı bir şey yap, Kordon’da rakı balık yapan bir çift koy, hadi onu da bulamadın o çooook anlattığınız kumrudan koy... Tabi bunların hiçbiri fotoğraf olmasın, bunu söylemeye gerek duymamalıydım aslında...

Bu arada, bugün Adliye’den buraya otobüsle geldim. Hoşuma gitti, öğrendim artık. Hangi otobüsle geldiğimi unuttum ama olsun, bindiğimin üstünde zaten Gümrük yazıyordu, bir de 120 numaraya binebilirmişim. Üç binişlik biletim de oldu, iki biniş kaldı.

Bu çok binişlik kartlar da, belediyelerin yeni kazıklama makinesi oldu ha. İstanbul’da da böyle, tek bir kere bineceksen bile 5 binişlik alıyorsun. Niye ki abi, biri bana bundaki tüketici menfaatini anlatabilir mi? Önceki gelişlerimden birinde vapura binerken iskeledeki bir abla kendi kartını kullandırmıştı sağolsun, madem bi kere binecekmişsiniz diyerekten. Bu sefer 6.5 lira bayılıp kart aldım, artık farz oldu bir dahaki gelişimde kullanmam lazım... Neyse zaten 30’unda kalmalı geleceğim, o vakit kullanırım herhalde. Ne yapayım bütün gün adliyede.

Yeter şimdilik. Rüzgar ediyor, ellerim üşüdü yazarken. Gerçi pilim daha idare eder, ama artık yazmakta zorlanmaya başladım. Hem daha gazete okuyacağım. Biraz daha oturup havaalanına giderim, bu yazdığımı da blog’a ne zaman koyabilirim Allah bilir. Hala açılmıyor blogspot.

Öperim çok :)
Göksun.

*
Not: Aslında yazarken de post edebilirmişim... Şu an havaalanındayım uçağımı bekliyorum. koridorda.blogspot.com yazınca zinhar açılmıyor, fakat blogger.com yazında şak diye açıyorsun. Bi saçma bi garip...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder