25 Eylül 2013 Çarşamba

Çünkü birlik meslek için değil, meslek birlik için!

Selamlar  herkese,

Daha önce açıkça yazmadım ama muhtemelen anlaşılmıştır, İstanbul Eczacı Odası'nın avukatıyım ben. Eczacılıkla ve sağlıkla ilgili mevzuata olan yakınlığımın açıklaması bu.

Bugünlerde başımızda bir iş var ve bence bunu herkes bilmeli. Yazmak için Başkan’ın oda sitesinde açıklama yapmasını bekliyordum. Buyrun o açıklama: http://www.istanbuleczaciodasi.org.tr/?page=duyurular&anns_ID=4150

Biliyorsunuz, meslek odaları hükümetin hoşuna giden yerler değil. Bu hazirandan sonra zaten direkt hedef oldular ama zaten önceden de göze batıyorlardı. Gezi'yle başlayan süreç, hükümetin meslek odalarına karşı olan rahatsızlığını artık saldırgan bir noktaya taşıdı.

İstanbul Eczacı Odası, hükümetin saldırganlığından nasibini tabipler ya da mimarlar kadar “doğrudan” almış değil – şimdilik. Fakat bizim şanssızlığımız, birliğin yani Türk Eczacıları Birliği'nin tutumu.

TEB, bizim odanın geçen haftasonu yapılması gereken seçimlerinin yapılamamasına sebep oldu ve hala oluyor. Benim burada olduğunu düşündüğüm amaç, İstanbul'un delege sayısını azaltarak muhalefeti zayıflatmış olmak. Zira İstanbul Eczacı Odası, hem genel olarak “iktidar sahibine” hem de TEB’e muhalif bir odadır. Anlatayım.

Size ilk olarak "normlar hiyerarşisinden" bahsetmem gerekecek. Buna göre, en üstte Anayasa, onun altında kanun, onun altında da yönetmelik bulunur. (Artık bir de uluslararası anlaşmalar var, onlar kanun hükmünde.) Yani, yönetmelikler kanuna, kanunlar da Anayasa'ya aykırı olamaz. Dahil olduğumuz Kara Avrupası hukuk sisteminde bu budur.

Eczacılık mevzuatının temeli ise, iki kanun ve iki yönetmeliktir. 6643 sy. Türk Eczacıları Birliği Kanunu ile bu kanunun yönetmeliği; bir de 6197 sy. Eczaneler ve Eczacılar Hakkında Kanun ve onun yönetmeliği.

İşte TEB, kanunu değil yönetmeliği değiştirerek, yepyeni bir sistem getirdi. Buna göre,

- Eczacılar artık EBS diye kısaltılan merkezi bir "elektronik bilgi sistemine" kaydedilecek. Buraya kadar sıkıntı yok. Tek tek odalarda bulunan kayıtların merkezileşmesi, işlem bu kadarla kalacaksa itiraz edilecek bir şey değil.
- Fakat, aidat borcu olanların kaydı EBS'den silinecek ve bu kişiler meslekten doğan haklarını kullanamayacaklar.

Yani eczane açma-kapama-nakletme, faaliyet belgesi alma, oda kurullarında seçme seçilme vs. gibi haklardan söz ediyorum. Bunlar kullanılamayacak ve evet, aidat borcu yüzünden.

Şimdi bakın burada üç ayrı hukuksuzluk var. Biri zaten kabak gibi ortada, diğer ikisi biraz teknik.

İlki malum, meslek mensubu olmaktan kaynaklanan doğal hakkın maddi bir edime bağlanması. Olacak iş mi bu hiç? Kendimi düşünürsem, aidatımı ödemeyince avukatlıktan mı çıkıyorum ben, meslekten istifa mı etmiş oldum?

Allahtan biz ofis açarken elli mevzuatla uğraşmıyoruz, fakat eczacılar öyle değil. Hele ki yeni kanunla, artık istedikleri yerde eczane dahi açamayacaklar. Açacakları zaman da başvurularını önce odalardan geçirmek zorundalar. Eczacı-oda ilişkisinde bu sadece bir örnek; bu ikisi çok iç içeler. Yani bir avukat baronun yolunu rahatlıkla unutabilir ama eczacı odanın yolunu unutamaz.

Seçme seçilme hakkını bir koşula bağlamak son derece sorunlu ve sıkıntılı bir yaklaşım. Bu hakkı tanıyan TEB olmadığı için, hakkın onun tarafından sınırlanmasının hukuki açıklamasını bulamıyorum.

Diğer hukuksuzluk, bu kuralın kanunla değil yönetmelikle gelmiş olması. Kanunda düzenlenen bir hususu yönetmelikle değiştiremezsin. Hele ki yeni bir sınırlama getireceksen, o iş yönetmelikle hiç olmaz. Ama yaptılar.

Bu arada antrparantez, zaten o yönetmelik değişikliğinin yapılışı da da biraz enteresan. Fakat konu yargıda olduğundan hakkında daha fazla konuşmayayım.

Son olarak, eczacıların kaydını silme yetkisi zaten hiçbir zaman TEB'de olmadı ki. Yok öyle bir dünya.

Hemen açıklayayım. 6643 sy. TEB kanunu der ki, eğer bir eczacıyı silmek sözkonusu olursa, buna oda karar verir. TEB Merkez Heyeti bu kararı onaylarsa, silme işlemi öyle gerçekleşir. Yani öyle TEB'in kendiliğinden "borcunuzu ödememişsiniz o yüzden siliyoruz" deme hakkı yok ve hiçbir zaman olmadı. Üstelik, eğer olacaksa bile, ilgili hüküm gereği buna merkez heyetinin karar vermesi gerekir. Öyle pat diye, pirinç ayıklar gibi, sistemin otomatik atması diye bir şey olamaz. (Bu konuda 6643 sy. Kanun'un md. 20/p hükmüne bakınız.)

Buraya kadar bir sıkıntı var mı? Bahsettiğim gibi, EBS'yi getiren yönetmelik değişikliğine dava açtığımız için bu konuyu burada kesiyorum.

Peki bu mesele nerede ve nasıl patladı?

Biliyorsunuzdur, meslek odalarında  bir genel kurul tarihi belirlenir ama asıl kurul hep bir sonraki hafta yapılır. Çünkü ilk hafta çoğunluk sağlanamaz. Bu bana anlamsız gelen ama artık tamamen kökleşmiş bir uygulama.

Plana göre, ilk tarih 14-15 Eylül'dü. Tabii ki olmadı, seçim 21-22 Eylül’de yapılacaktı.

Gelin görün ki, TEB bizim odanın hazırladığı seçmen listelerini onaylamadı. Bizim listemizden aidat borcu olanları sildi, böylece 1795 üyemiz silinmiş oldu. Gerçekten. Üstelik, sadece aidat borcu olanları değil, yardımlaşma sandığı borcu olanları da silmişler. Yardımlaşma sandığı nedir derseniz, birlik üyesi tüm eczacıların zorunlu olarak üye yapıldığı ve aidat yükü altına girdiği bir sandık. Üyelik zorunlu fakat aidatını ödememenin yaptırımı diye tanımlı bir şey yok. O konu da yargıda, o yüzden hakkında bu kadar konuşmak yeter.

Öncelikle, oy kullanamamakla kaydın silinmesi kavramlarını da ayıralım. Birinin oy kullanıp kullanamayacağına karar vermek zaten tek başına sorunlu bir durumdur, fakat üye kaydını da silerseniz hem mesleki hakkı olduğu gibi ortadan kaldırır hem de odanın delege sayısıyla oynarsınız. İstanbul'un üyelerinin silinmesi demek, TEB'deki en büyük muhalefet unsurunun delegesinin azalması ve sesinin kısılması demek.

Devam etmek gerekirse; bizim listemize itiraz edilince konu ilçe seçim kuruluna gitti. Kurul, son derece mantıklı bir şekilde TEB'in itirazını reddedip bizim listeleri onayladı. Bu arada, TEB’in bu itirazında da, aşağıda göreceğiniz YSK itirazında da EBS’ye dair hiçbir şey yok. Hiç ama. Sözünü bile etmemişler. Bunu bir kenara yazalım önce. Tek argüman, üyelerin “para ödememiş” olması.

TEB hata yaptığına ikna olmadı, bu sefer Yüksek Seçim Kurulu'na gitti.Oda seçimlerindeki sorunlar ilçe seçimden il seçime değil, direkt YSK'ya gidiyor.

Neyse, iki önceki cumartesi akşamı telefon acı acı çaldı, arayan mesai arkadaşımdı. "YSK itirazı kabul etmiş, seçimi yapamıyoruz." Evet nerede kalmıştık?

Buradaki hukuk sorunu şu ki, meslek odaları aslında YSK Kanunu'nun kapsamında değil. Son derece net. Fakat emsal kararlardan gördüğümüze göre, YSK benzer olaylarda "kanuna açık aykırılık hallerinde kurulumuz yetkilidir" diyerek durumdan vazife çıkarmış. Bu şekilde bir teamül oluşmuş.

Bu karara karşı itiraz ya da dava yolumuz kapalı, çünkü YSK kararları kesin. Ancak maddi hata olduğu zaman, itiraz dikkate alınıyor. Maddi hata dediğimiz de, üçle beşi toplayıp yedi bulmak veya Ahmet yerine Mehmet yazmak filan gibi şeyler.

Yüksek Seçim Kurulu idari bir organ, mahkeme değil. Yani bu kurulun, listelerden kimin silinip kimin silinemeyeceğine karar vermesini zaten beklemiyorduk. Nitekim YSK da, olaya sadece listelerde TEB onayının bulunup bulunmadığı yönünden yaklaştı. Özetle dedi ki, “Arkadaşım senin listede TEB onayı yoksa bu seçim yapılmaz; kim yazılmış kim silinmiş konusuna ise hiç girmiyorum.”

Gittik Kurul ile görüştük. Geçtiğimiz salı günü oluyor bu görüşme. Ekip benden, oda başkanımızdan ve odada birlikte çalıştığımız avukat arkadaşım Zehra’dan oluşuyor. YSK başkanvekili bize seçimlerin iptal edilmeyip durdurulduğunu, liste onayını aldıktan sonra sürece devam edebileceğimizi aktardı. Zaten tam bu esnada bizim listeler, diğer avukat arkadaş Cevahir tarafından TEB’e götürülmekteydi.

Akşam bizim başkan, Zehra ve Cevahir döndüler, çünkü günübirlik diye gitmiştik ve mantıklısı buydu. Ben kaldım. Belki ertesi güne listeleri alırız diye.

Alamadık.

TEB binasını üç beş kere indim çıktım herhalde. Liste kontrolünü yapacak olan memurdan genel sekretere kadar, dolandım durdum. Olurdu olmazdı baktıktı ettikti derken, kendimi o gece de otelde buldum.

Perşembe oldu. O gün bizim başkan ve İstanbul Ecza Kooperatifi başkanı Sait Bey de geldiler. Yine görüşmeler, dolaşmalar, olaylar olaylar. Sonra baktım ben yine oteldeyim.

Cuma ise, niyet okumak istediğimiz takdirde bize bolca malzeme sunan bir gündü. İstense salı öğleden sonra başlanıp akşam bitecek ya da çarşamba sabahtan öğlene kadar rahatlıkla halledilebilecek olan işleme, cuma öğleden sonra itibariyle halen başlanmamıştı.

İstanbul’a döndük, ne yapalım. Bu dört gün süresince TEB’in sayın genel sekreterinin gösterdiği nezaket, iyi niyet ve misafirperverliği ise asla unutmayacağım. Umarım kendisi de unutulmayacağını unutmaz.

Dün yani salı günü, TEB’den yeni bir yazı geldi. İşte EBS denen şey burada karşımıza çıktı. Biz sisteme girmedikçe listelerimiz de onaylanmayacakmış. E girince de siliyorsun? Ankara’da İzmir’de öyle olmadı mı? Bir sürü eczacının kaydı sırf para gerekçesiyle silinmedi mi? Ben buna neden razı olayım? Meslek örgütü kendi meslektaşının kaydını nasıl siler?

Konu çok uzayacak, deniz bayağı dalgalı. Sırf süreci anlatmak zaten üç sayfayı geçti, iyice detayına girmeyeyim.

Önümüzde muhtelif yollar var elbet, susup oturacak halimiz yok. Hepsinden yürüyeceğiz. Çünkü yollar yürünmeden aşınmaz.

Saygılar,
Göksun.

22 Eylül 2013 Pazar

Yeni Akit'e gelen ceza meselesi

Selam arkadaşlar, güzel bir haberle karşınızdayım. Gerçi haber daha güzel olmalıydı ama buna da şükür.

Yeni Akit gazetesinde köşe sahibi olan Hasan Karakaya, temmuz ayı başında biz "çapulculara" ağır hakaret ve küfür içeren köşe yazıları yazmıştı. Ben de direkt "dava açalım" hissiyle dolmuştum. Hasan Karakaya etiketli yazılar için buraya tıklayabilirsiniz.

Sağolsun Akın (Atalay) Abi ve Tora (Pekin) beni Basın İlan Kurumu'na şikayet etme yoluna yönlendirdiler. Ben de yazdım dilekçemi, Tora'ya "olmuş mu" diye bir gösterdim, olmuş dedi - o da sağolsun. Gitti dilekçe.

Akın Abi'nin beni BİK'e yönlendirme gerekçesi, çok daha hızlı ve etkin bir yol olması. Dava açılsa hem bir iki yıldan aşağı sürmeyecek, hem de dişe dokunur bir sonucu olmayacak. Fakat BİK, belirli bir süre reklam yayınlama yasağı verebiliyor ki bu da gazeteler için ciddi gelir kaybı demek. Sizin de aklınızda olsun, böyle durumlarda BİK yolunu ihmal etmeyin.

Salıdan cumaya kadar İstanbul'da değildim. Bu sabah (evet, bir pazar günü olan bu sabah) işyerine bir gittim ki, BİK'ten sonuç gelmiş.
"... Yeni Akit gazetesinin, 195 sayılı Kanun'un 49. maddesinin a bendi uyarınca, resmi ilan ve reklamlarının 3 (üç) gün süre ile kesilmesine..."
karar verilmiş. Oh la la.

Gazetenin verdiği savunma, Hasan Karakaya'nın 40 yıllık gazeteci olmasına dayanarak başlayıp, kendisine teşekkür edilmesi gerektiği ile devam ediyor. Şikayete konu yazıda pezevenk ve kaltak denerek küfür edilmiş; gazetenin bu konudaki savunmasından aynen alıntılıyorum:
"Yazılardaki sert ifadelerin tamamı, 5 kişinin ölümü, 200 milyon liralık zarar, 600'e yakın polisin yaralanması ve ülkeyi darbe sürecine götürmek isteyenlere yöneliktir. 
Şikayete konu yazılarda getirilen eleştiri nitelemeleri yazarın şahsi menfaatlerine tecavüz eden herhangi birisine veya masum vatandaşlara yönelik ifadeler değildir. Eleştirilerin tamamı, Türk Ceza Kanunu ve diğer kanunlarda suç olarak tanımlanan eylemlerin faili olan kişilere yöneliktir. Manyak denilmiş ise, sıradan vatandaşa değil, polisin dağılın ikazına rağmen gece yarısı gösteri yapanlara denilmiştir."
Buraya kadar özetleyelim:

1. "Eleştiri nitelemeleri" derken şair pezevenk ve kaltak kelimelerinden bahsediyor olsa gerek.
2. Eğer TCK anlamında suç işlemişseniz bir yayın organından size ağza gelindiği gibi konuşulmasına itiraz hakkınız olamaz. Çünkü ihkak-ı hak bizden sorulur.
3. Polisin sözünü dinleyip eyleminizi de gündüz yapsaydınız manyaklıktan kurtuluyormuşsunuz. Ne yavuz hırsızmışsanız demek ki.

Devamla,
"TBMM'de 300'den fazla milletvekiline sahip AK Partinin ancak yeni bir seçim sonucunda seçmenin oyu ile hükümetten düşebileceği, yoksa anayasal zeminde bu hükümetin işbaşından uzaklaştırılamayacağının farkında olmayıp, hükümet istifa diyenlere yönelik kullanılmıştır."
Yani diyor ki, vatandaş olarak hükümet istifa diye bağırmak da bir darbeciliktir neticede. Adeta bir zor kullanmak, adeta bir tank yürüyüşü... Yahu bunu söylemekten başka yapacak hiçbir şeyimiz yok, yine mi edilgeniz yine mi çiçek arkadaş, istifa kararını yine hükümet veriyor? Ama işte darbeciymişiz meğersem.
"Bir kısmı halen cezaevinde olan, bir kısmı da Terörle Mücadele Şubelerince soruşturulmaya devam edilen sanıklar için eleştiri ifadeleri kullanılmıştır. Bu çerçevede, şikayet dilekçesindeki isnatlar haklı değildir.. Doğru değildir. 
Başbakan'a, eşine, kızlarına küfür edenlerin, molotoflarla polislere saldıranların korunacak bir hakları yoktur. Olamaz.."
Tekrar belirteyim, aynen yazdım. İki noktalar, olamaz'lar filan orijinal.

Ayol adamlar tam olarak "senin anana bacına yapsalar" diyerek cevap vermiş ya la? Ay ahahahah ilahi ahahahahahaha

Şu seviyede bir cevaba kalkıp da "nasıl korunacak bir hakları yoktur!" atarını yapmayı bile fazla buluyorum. Korunacak hakkın olmadığını düşünen biriyle daha ne konuşacaksın Allah aşkına? Fakat lütfen hatırlatmama izin verin, soruşturması devam edene sanık demiyoruz canlarım, şüpheli olacak o. Kaldı ki, sanık terimi doğru olsaydı dahi, yine hakkında hüküm verilmemiş birinden söz ediyor olacaktık. Görüyorsunuz, gazete kendisini yargıdan üstün görüyor.

Gelelim BİK'in kararının gerekçesine.

Öncelikle şunu öğrendik, Basın İlan Kurumu cevap süresine uyulmadığı zaman bunu pek umursamıyormuş. Aslında cevabın on gün içinde verilmesi gerekir, fakat gazete geç vermiş. BİK de "... daha önce benzer durumlarda yapılan uygulamalar da göz önüne alınarak, muhatap gazetenin anılan savunması dikkate alınmıştır" diyerek cevabı reddetmemiş.

Bir de, gazetenin savunmasının bir yerinde, benim neden üzerime alındığımla ilgili bir bölüm var. Şikayetçinin - ki ben oluyorum, doğrudan yazının muhatabı olmadığı ve kendisine yönelik somut bir itham vs. bulunmadığı için şikayet etme hakkının da bulunmadığı belirtilmiş. Diyor ki BİK, gazetenin yazısı kamuoyuna ulaştığı için, rahatsız olan okuyucuların somut olarak kendilerine yönelmiş bir husus olmasa dahi şikayet hakları bulunmaktadır. Bir de şunu demiş hatta,
"... Kaldı ki, şikayet konusu köşe yazıları esas itibariyle Gezi olaylarına katılanlara yönelik olduğundan, şikayetçinin Gezi olaylarına katılmış olması ya da bu olayları katılmadan desteklemiş olması bile, bu yazıların kendisini ilgilendirdiğini gösterir. ..."
Bu doğru bir söylem fakat kararda yine de "kekre" bir tad var. İşin hukuki tarafına girmemiş çünkü. Mesela "malum kişilerin" korunacak bir hakkının olup olmadığını tartışmamış. Hakkında hüküm verilmemiş insanlar için atılıp tutulması konusuna hiç girmemiş. Gezi olayının mahiyeti konusunda zaten hiç konuşmamış - bunu beklemiyorduk zaten. Sadece ve sadece, yazının küfür içermesinden yürümüş. Yani adam kendini yargıdan üstün görebilir, yeter ki pezevenk ve kaltak demesin.

Ben şikayet dilekçesinde aykırı davranılan beş ayrı hüküm belirtmiştim, BİK sadece iki hükme aykırılık tespit etmiş.

Benim aykırı davranıldığını iddia ettiklerim şunlar - bu kuralları bu linkte bulabilirsiniz:

c) Hiç kimse, suçlu olduğu kesin yargı kararıyle belirtilmedikçe suçlu olarak ilân edilemez; cezai soruşturma aşamasında veya devam eden davaların konusu olan olaylarla ilgili haber veya yorumlarda "Suçsuzluk" ilkesi ihlâl edilemez; soruşturma ve yargılamanın doğal ve yasal akışını, özellikle hâkimlerin kararını etkileyecek beyan ve yorumlarda bulunulamaz.

e) Küçüklerin ve gençlerin toplum içinde, kişiliklerinin gelişmesini ve korunmasını olumsuz etkileyecek veya onlara yönelik cinsel tacize teşvik eden ve şiddeti özendiren yayın yapılamaz.

h) Ahlâka aykırı yayın yapılamaz.

ı) Kişi, kurum ve toplum katmanlarına yönelik yayınlarda, eleştiri sınırlarını aşan aşağılayıcı sözcükler kullanılamaz; hakaret edilemez, sövülemez iftira ve haksız isnat yapılamaz.

k) Yayınlarda hiç kimse ırkı, cinsiyeti, sosyal düzeyi ve dini inançları sebebiyle kınanamaz, aşağılanamaz. Vicdan, düşünce ve anlatım özgürlüklerini hukuka aykırı şekilde sınırlayıcı, sarsıcı veya incitici yayın yapılamaz.

Kurum ise, sadece e ve h'den karar vermiş. Yani BİK'e göre,

- Yargılaması devam eden hatta belki hiç yapılmayan biri için istediğiniz kadar ithamda bulunabilirsiniz.
- Hakaret, iftira ve isnat serbest. Enteresan olan, Hasan Karakaya'nın yazısının ahlaka aykırılıktan ceza alıp hakaretten almaması. Hakareti ahlaka uygunduysa o zaman h'den neden ceza verdiğiniz gazeteye? Hmm ben bu karara itiraz edeyim dur.
- Aşağılayıcı ve incitici yayın zaten hepten serbest, buyrun dükkan sizin.

Özetle böyle. Yani birine pezevenk derseniz, sövmüş olmuyorsunuz ama gayriahlakilikten yine de ceza veriyorlar. Muhteşem bir ülkeyiz yeminlen.

Öperim,
Göksun.