29 Şubat 2012 Çarşamba

Yeni denetleme kanunumuz

Selamlar herkese,

Bugünkü RG'de Kanun No. 6279 - Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu yayınlanmış.
"Amaç
MADDE 1 – (1) Bu Kanunun amacı, ülkemizin kültürel varlığı ile bilgi birikimini oluşturan fikir ve sanat eserlerinin basılmış veya çoğaltılmış nüshaları ile ikili ya da çok taraflı anlaşmalar uyarınca yurt dışında basılan veya çoğaltılan fikir ve sanat eserlerinin etkin, sağlıklı ve eksiksiz bir biçimde toplanması, gelecek kuşaklara aktarılması, elverişli ortamlarda saklanması, korunması, düzenlenmesi ve toplumun bilgi ve yararına sunulmasına ilişkin esasları belirlemektir."
diyor. Ben kanunu okudum, kısa bir şey zaten, ama "derleme eserden" kastedilenin ne olduğundan emin olamadım. Bir kere, FSEK'teki derleme ile buradaki aynı değil. Anladığım şey, devletimizin, burada basılan ya da satılan tüm kitaplardan birer suretinin belirli kütüphanelerde verilmesi "mükellefiyeti" getirmiş olduğu. Artık "derleme mükellefi" "derleme müdürlüğü" gibi kavramlar var hayatımızda.

Bildiğimiz RTÜK yani.

Hayırlı olsun arkadaşlar, son kitaplarımızı basalım, bahisler kapanıyor...

http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2012/02/20120229-1.htm

*

Aylar sonra gelen edit (22/08/2012)
Buyrun bu da yönetmeliği: http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2012/08/20120818-9.htm

23 Şubat 2012 Perşembe

Dilekçe öğreniyorum - 3 (Sözlük hediyeli)

Pek sevgili arkadaşlar,

Dilekçe serisi daha uzuuun uzun gidebilecek gibi. Ama sıkılacağımdan endişeleniyorum, zira çabuk sıkılmak benim karakterimdir.

Bu sebeple, formatı değiştirip size bir "hukuk sözlüğü" yazmaya karar vermiştim. Öyle de başladım. Ama yazarken baktım ki, yine dilekçe yazmayı öğretmeye kaymışım, üçüncü bölümü yazmış olmuşum.

Bir sözlükten beklenen alfabetik sırayla yazılmış olması ise de, "etiketler" işlevi ve ctrl+f imkanı varken, sıra derdine düşesim gelmedi açıkçası. Aklıma estiği sırayla yazıyorum, derslerimiz interaktiftir, her türlü yoruma açığız.

Önce alıştığımız kullanımlarını, sonra bunların "Türkçeleştirilmişlerini" söylüyorum.
Yoksa siz hala, Türkçeleştiremediklerimizden misiniz?

*
Fuzuli şagil / Haksız işgalci: Bir tür "bana hayrı olmayan kilisenin papazı." Dertleşmeyen arkadaş, sevmeyen sevgili, sevişmeyen fuckbuddy. Gibi.

Hukuk dilinde bu kavram, bildiğin, kira mira vermeden gelip senin dükkana çöreklenmiş fırsatçı. Lan insan bari bayramlarda bi el öper.

*
Mutlak butlan / Kesin hükümsüzlük: Senin "olduğunu" sandığın şeyin aslında "olmaması" durumu. Sevgilisi olan bir adamın seninle de sevgili gibi olması gibi. (Burada tek eşli ve kapalı ilişkiler esas alınmıştır.) Misal ilk buluşma sonrası adamın seni evine bırakmaması halinde, adam kendi evine giderken "Nası da manita yaptım lan heyt be" diye düşünedursun, sen onun kuyruğuna tenekeyi aklında çoktan bağlamışsındır. O geceki buluşma da mutlak butlanla batıldır. Böyle şeyler. Bu arada "mutlak butlanla batıl olmak" diye kullanıyoruz bunu, evet.

Hukuki metinlerde ise, sözleşmenin geçerlilik şartını yerine getirmeden iş yapmak istediğin zaman karşına çıkar bu. Misal kanun açık açık yazmış, "Senette ismin cismin yazılı olacak" diye. Yazmamışsın. Geçersizdir işte o, mutlak butlandır.

Tektaş olmadan yapılan evlenme teklifinin mahiyeti ise, doktrinde tartışmalı... Bence mutlak butlan bile değil direkt olarak "keenlemyekûn," ama mesela nisbi butlan diyen de var. Bu kavramları da görüciiz.

*
Nisbi butlan / Nisbi hükümsüzlük: Mutlak butlanın bir "tık" altı. Mesela adam ilk gece evine bıraktı ama ertesi sabah aramadı. Bu nisbi butlandır. Yani istersen o gece yaşanmış olur yine, ortada "düzeltilebilir" bir durum vardır. Adam özür diler, "Şarjım bitmişti kusura bakma eşeklik ettim" der, sen de "Feysbuk'tan mesaj da mı atamadın" diye kurcalamazsan öpüşür barışırsınız.

Hukuki olaylarda nisbi butlan, "düzetilebilir irade fesadı" hallerinde sözkonusu olur. İrade fesadı için lütfen soldan devam ediniz, daha ona sıra gelmedi.

*
Keenlemyekûn / Yokluk: "Yok böyle bir şey." Tanımayacağınız, tanımanız da gerekmeyen durumlar buna girer. Mesela sevgiliniz ya da "partneriniz" sizin arkadaşlarınızla görüşmenize karışırsa, bu karışması "yok" hükmündedir, çünkü kendisinin böyle bir yetkisi yoktur. Ayrıca hemen coşmayalım, aynı yetkisizlik sizin için de geçerli canlarım.

Buna Ekşisözlük'te çok güzel bir örnek buldum, paylaşmadan edemeyeceğim: "biri sizi ilçe sular idaresine dilekçe vererek başbakanlığa teklif etse, ilçe esnaf odası da bunu onaylayıp durumu muhtarlıklara tebliğ etse, bu işlemin iptal edilmesi gerekmez. bu duruma şahit olanın gülüp geçmesi gerekir. iptal edilmesi için bir yere müracaat etmek gerekmez." (Link: http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=19387272)

Hukuk dünyasında şöyle oluyor, mesela "evlendim" diyorsun ama nikah işine girmedin hiç. Olmadı işte o, yok orada bir evlilik. Varlık koşulunu yerine getirmeyince, var olamıyorsun haliyle.

*
İrade fesadı / İrade sakatlanması: Ay en sevdiğim şey... Mesela sen, güzel biraderim, kızı görünce dibin mi düştü... Bir de onun "duş çıkışına" bak derim ben. O fondötenli surata ve dik kalçalara bakınca sende irade filan kalmadı tabii ama, bak bakalım, üst-baş çıkınca da öyle kalıyor muymuş hatun kişi...

Ya da sen sevgili bacım, adamın gönderdiği çiçeklere, attığı mesajlara, akşam gelip seni işten almasına filan tav oldun ama... Ahah, üç günlük çıkmasın mı onlar hep? İrade fesadı bunlar işte. Sen bir fikir, bir his, bir karar oluşturuyorsun, ama bir bakıyorsun ki, sana o kararı verdiren şeyler bir bir yanlış çıkıyor yalan oluyor.

Dava dosyalarında bunu, hile yapılan durumlarda filan görüyoruz. Mesela size "aaa bunu çamaşır makinesinde çok rahat yıkarsınız" diye satılan bin liralık bilmem ne marka bluz, makineye bir girişte ziyan olmuşsa, buyrun sizi en yakın tüketici mahkemesine alalım. Ki var bunlar, bluz deyip geçmeyin.

*
(İrade fesadının bir türü olarak)
Saik hatası: Sizi o işi yapmaya ikna eden şeyin direkt kendisinin "yalan" olması. Sen o hatunu sırf "gerçek sarışın" diye beğendin, bir hafta sonra boyası gelince gördün ki alttan kestane teller çıkıyor... Ya da, kızcağız nereden bilsin, pantolonun içinde çorap olduğunu... Bir tek oraya bakıp karar verdi, elinde patladı.

Hakimlere bunu, "Müvekkilin bu sözleşmeyi yapmaktaki amacı, davalı tarafından verilecek hizmetten faydalanmaktır. Fakat davalı, aslında vermesinin hiçbir şekilde mümkün olmadığı bir hizmeti verecekmiş gibi görünerek, müvekkil bakımından ağır bir saik hatası oluşmasına sebebiyet vermiştir."  gibi anlatıyoruz. Hizmet derken, gerçek sarı saç sevdirme hizmeti mesela.

*
(İrade fesadının başka bir türü olarak)
Gabin: Meriç. Ya da Önder Somer. Hüseyin Peyda. Ortası yok, o kadar nalet.

İçten pazarlık, düşene bir tekme daha vurma, bir "hep bana'cılık"... bunlarda hep. Mesela bir hatun olarak sevgilinden mi ayrıldın, bu Meriç hemen biter yanında. "Canım, sen bunları hiç hak etmiyorsun, o senin kıymetini bilememiş, üzülme artık o adam için..." diye başlar, ertesi gün kendinizi o adamı öperken bulursunuz. Burada, Meriç senin "hiffetinden" faydalanmıştır.

Ya da mesela, "Kızlar beni beğenmiyor :(" derdiyle tutuşmaktasındır, yalnızlıktan ölmek üzeresindir. Kızın biri gelir seni sever görünür, tam da en ihtiyacın olan şeydir, hayata dönersin. Bunun karşılığını da kıza bir kredi kartı vererek ödersin. Artık evine ilk hangi bankanın haczi gelirse tüm malları o kaldırır - diyeceğim, ev haczi de kalktı... Burada ise, hatun seni "müzayaka" halinde yakalamış ve affetmemiştir.

Dilekçelerde bunu "Davalı taraf, müvekkilin içinde bulunduğu müzayaka halinden faydalanmak suretiyle yüksek miktarda maddi kazanç elde etmiştir." gibi ifade ediyoruz. "Kaltak" diyerek değil.

*
Ayıba karşı tekeffül / Ayıptan sorumluluk: Hah işte bu kavram, irade fesadı hallerinde kullanılabilir. Yani şu demek oluyor, hani vardı ya sizin gerçek sarışın sandığınız kız, işte ona gidip "ya bana senin için yaptığım harcamayı geri ver, ya da gerçek sarışın bir kız bul" diyorsunuz. Tefekkül hükümleri sizi "kandıran" tarafı, bu kandırmacayı telafi etmeye zorlamak için düşünülmüş şeyler.

Hemen uygulayalım: "Davalı taraf, müvekkili sözleşme yapmaya ikna etmek için sözleşme konusu hizmet hakkında pek çok vaatte bulunmuştur. Bununla birlikte, davalının taahhüt ettiği edimleri yerine getirmesinin imkansız olduğu, sözleşmenin ifası aşamasına gelindiğinde açıkça ortaya çıkmıştır. Hal böyle olunca, müvekkilin sözleşme kapsamında ifa ettiği ödemelerin iadesini veya hizmetin misliyle değiştirilmesini talep etmesi kaçınılmazdır." Nasıl?

*
Ve son olarak...
*
Zapta karşı tekeffül - Zapttan sorumluluk: Bu açık ve net. Sevgilin üzerinde başka "hak sahibi" olmayacak. Şimdi bunu sadece "tek eşlilik" olarak düşünmeyin. Mesela sevgiliniz annesinin sözünden çıkmıyorsa, bu da bir "zapt" olur, bu da tazminat gerektirir.

Şöyle yazıyoruz: "Müvekkil, davalı ile sözleşme müzakereleri sırasında, davalının annesinin davalı ve yapılacak olan sözleşme üzerindeki etkisi hakkında bilgilendirilmemiştir. Müvekkilin önceden bilmediği ve bilebilecek durumda olmadığı bu müdahaleye katlanması kendisinden beklenemez. Kaldı ki, bir ilişkide taraflardan birinin annesinin adeta bir karar mercii olarak görülüyor olması, ilişki kavramına ve hayatın olağan akışına da aykırıdır. Bu itibarla, davanın kabulüne, müvekkilin sözleşme kapsamında uğradığı zararların tazminine, yargılama giderleri ile avukatlık ücretinin davalıya yükletilmesine karar verilmesini saygı ile vekaleten talep ederiz."

Bunu anneye göre yazdım, eğer ortada bir "aldatma" durumu varsa bence daha ağır yazın.

Bir de lütfen dikkat edin, avukat arz değil talep eder. Hem "arz edip" sonra da "duruşmada oturtmuyorlar bizi yeaaa" demeyin, komik oluyor.

*
Çok sevgiler, sorunsuz günler...
Göksun :)

Bir şikayet kutusu olarak avukat

Tamam biliyorum, avukatlık bir şikayet dinleme mesleği. Bununla bir sorunum yok.

Çalışmaya ilk başladığımda bundan daha da ukalaydım, adeta "cahil cesaretinden ibaret" bir insandım. Ofisin sahibi bana "Bak avukata hep sosyal atıklar gelir, buna hazır mısın?" demişti. 

Bazen, yani aslında hemen her zaman, söylenenlerin sadece "kelimelerini" anlıyoruz. İçindeki "özü" kavramak zaman gerektiriyor. İşte ben de, Necdet Bey'in kelimelerini açıkça anlamış ve kabul etmiştim, ama o kelimelerin anlattığını ancak yaşayarak öğreniyorsun. 

Babam da bir gün, "Serbest avukatlıkta üslup çok daha önemli. Müvekkil hukuku senin anladığın gibi anlamaz, ona göre iyi avukat 'ağır konuşan' avukattır. Saldırmaktan çekinme." demişti. Bunu da o zaman "bir kelime dizisi" olarak anlamış ama kavrayamamıştım.

Yavaş yavaş içine girdiğim bu gerçeği, yüzüme ilk vuran Adana'dan bir avukat abim oldu. O zamanki müvekkilin Belediye'yle sorunu var tamam mı, ne olduğunu şimdi hatırlamıyorum. Özetle, müvekkil olmayacak bir şey istiyor.

Açtım bu abime sordum, "Ya böyle bir durum var, yapayım mı ne dersin" diye. "Yavrum bunlar avukatlığın psikolojik yanları, müvekkil istiyorsa yapacaksın, belediye zaten ciddiye almayacak" dedi ahah. Bir kere de, bir üniversite hocası gelmiş, "fuzuli şagili savcılığa verelim savcı hemen çıkarsın" diyor. ("Fuzuli şagil" demiyor elbet, "o adam" diyor ama o adam'ın hukuk dilindeki karşılığı "fuzuli şagil.") He zaten savcı sen daha dilekçeyi verir vermez derhal basacak orayı. Rıza Baba ekibini toplayacak hemen, adam hakkında bi araştırma yapacaklar, Aylin telefonlarını dinleyecek, "adam pisliğin teki çıktı Rıza Baba..." diye  bilgiler paylaşılacak, "Hadi göreyim sizi çocuklar" anahtar sözcüğüyle operasyon başlatılacak ve olaylar olaylar. Allah'ım hukuk dünyasını gerçekten böyle sanan insanlar var ya.

Ve her işkenceci polisi de Behzat Ç. sananlar. Polis bizim dostumuzmuş arkadaşımızmış. Al sana arkadaş.

Neyse bu Behzat Ç. konusu çok su kaldırır, ben bu topa hiç girmeyeyim. "Başıma bir iş gelmeyecekse..." diye bile başlayamıyorum, çünkü kendisinden hoşlanmadığımı nerede söylesem bi dayak yemediğim kalıyor.

Konuya dönersek, seçtiğim mesleğin ne olduğunun farkındayım. Hukuk eğitiminin ayrı bir nosyon sağladığının, bizim bakış açımızın farklı olduğunun ve olması gerektiğinin, usûlün esasa tekaddüm ettiğinin, herkesin bizim gibi düşünmeyeceğinin ve zaten düşünmesinin de gerekmediğinin farkındayım. Bunlarla gerçekten hiçbir sorunum yok, zira işim bu, seçtiğim hayat bu. Ben "cevap vereceğim" bir hayatı, insanların şikayetlerine çözüm bulmaya çalışarak yaşamayı seçtim. Avukatlık "bu" çünkü.

Bana vatandaş gelip istediğini anlatabilir. Anlattığımı anlamayabilir. Bir daha anlatırım. Vallahi gocunmam. Eğitimini alan ve anlatmakla yükümlü olan benim çünkü. Olmayacak bir iş isteyebilir, olurunu olmazını anlatırım, hala istiyorsa yazılı beyanını alır yaparım, dert değil. İşim bu. O insandan benim gibi düşünmesini bekleyemem, bunun eğitimini alan benim çünkü. Bana tabii ki intikam duygusuyla, tabii ki mağdur psikolojisiyle gelecek. Başına geleni hak etmediğini düşünmüyorsa avukatla ne işi var? Çok normal.

Tabii ara sıra "çok bilen" insanlar da oluyor, bak onlar gerçekten sinir bozabiliyorlar. Ama kusura bakmasınlar, güzel konuşurum. İkna olmuyor ve benim anlattığım "somut gerçeği" yadsımakta ısrar ediyorsa, son derece rahat bir şekilde "Bakın hukuk budur ve bunu bilen de benim." diye dalarım o konuşmanın ortasına. Gitsin başkasına sorsun, beni yormasın. Atarımı da yaparım yani. 

Yaşantımızın bu olduğu ve olacağı başından beri belli. Elbette çok neşeli bir hayat tarzı değil, iç şişiriyor. Kabul ediyorum. Ama bu durumdan şikayet eden arkadaşların düşünmesini rica ettiğim bir şey var; herkes bizim her dediğimizi şıp diye anlayacaksa, hepimiz doğuştan bir hukuk nosyonu üzere var oluyorsak, e bize ne gerek var o zaman? Herkes açsın bir ofis, en kötü ihtimalle arzuhalcilik yapar.

Bize kimse gül bahçesi vaad etmedi ki? Bir ihtiyacı gidermek, insanlarda "olmayan" bir şeyi onlara sunmak üzere buradayız.

"İçimizi şişiren" insan milleti, bizden pek hoşlanmıyor aslen. Adımız çıkmış ya bir kere, ne desek kusur arıyorlar, hukuku herkes bizden iyi biliyor. Bunu da biliyorduk biz. Buna her defasında şaşırıp isyan etmenin bir anlamı ya da faydası olabilir mi?

Bizim mesleğimiz zor bir meslek evet. Bakkal değiliz ki vatandaş iki ekmek bir süt alıp gitsin.

Ama her defasında, Amerika'yı yeniden keşfediyor olmaya gerek yok.

Bi sakin...
Göksun.



8 Şubat 2012 Çarşamba

Göksun'la dilekçe öğreniyorum - 2

Evet arkadaşlar, dilekçe yazmayı öğrenmeye devam ediyoruz...

Önce, bugüne kadar öğrendiklerimizi hatırlayalım:

- "Bugüne kadar aklın neredeydi!" yerine "Zamanaşımı",
- "Peki şu ne o zaman, ha, şu ne!!" yerine "Kabul anlamına gelmemek kaydıyla bir an için haklı olduğun düşünülse bile...",
- "Taam taam şımarma..." yerine de "Fazlaya dair haklarım saklı kalmak üzere..."

demeyi öğrendik. Bugünkü dersimizde ise, "Sen çok değiştin" ve "Ben derim sen diyemezsin!" yerine ne kullanmamız gerektiğini ve evrensel bir hukuki kavram olan "şüpheden sanık yararlanır" ilkesini öğreneceğiz...

*
Ders 4 - "Sen çok değiştin." - ya da - "Sözleşmeden doğan sorumluluk"

Aslında sistematik olarak öncelikle "temel kavramlar" üzerinden gitmeli ve "şüpheden sanık yararlanır" ile başlamalıydık. Fakat aklıma sonradan geldi, biraz dağınık akıllıyımdır, idare edin. O yüzden, ben ilk olarak bu konu üzerinde durmak istiyorum.

Ah bu konu o kadar acıklı ki...

Erkekler bir ilişkiyi başlatmak için üzerlerine düşeni yapmayı öğrendiler. Bakımlı olunacak, iltifat edilecek, akşam dışarı çıkılmışsa dönüşte kapıya kadar bırakılacak, gün içinde birkaç kez “özledim” diye mesaj gönderilecek vesaire... Bu süreci hepimiz biliyoruz. Sonra biz ikna olacağız, sevgili sevgili dolaşmaya başlayıp olduk olmadık yerde birbirimizi öpeceğiz. Bir süre sonra özledim mesajları kesilecek, hemen akabinde göbek kaşınmaya başlanacak...

Biraz daha sonra ise kendimizi, “sen çok değiştin” diye ağlarken bulacağız... Ama sevgili hemcinsim, sen kendin söylüyordun, hani erkeklerin hepsi aynıydı? Erkeklerin “aynı” olmaları, bir süre sonra iyice duyarsızlaşmalarını olduğu gibi, başta “tavlama davranışlarının da” aynı olmasını kapsamıyor mu? 

Yani aslında, ben erkeklerin kandırdığını değil kadınların kanmak istediğini düşünüyorum. Artık bu dediğimle kimin tarafında olduğumu da siz bulun çıkartın sevgili erkekler. Mükremin Abi gibi "kesin kötü bişey dedi bu..." tribine girdiyseniz, bu bile sizin bizi anlamak yolunda bir aşama kaydettiğinizi gösterir.

Yalnız bazı erkekler, ya gerçekten kandırma peşinde olduklarından ya da ne olduklarının gerçekten farkında olmadıklarından, bizim başlardaki hallerine inanmamız için yeminler üstüne yeminler ediyorlar bazen. Bu yemin illa ki standart yemin sözcükleriyle edilmek zorunda değil. Kimisi var, seni senden daha çok düşünür görünüp, senin "hayatının kadını" olduğunu anlatıp duruyor. Kimisi var, gözünün içine aylarca öyle bir bakıyor ki, Himalaya olsan erirsin, Aliye Rona olsan aşktan ölürsün. Sonra bir gece ansızın terk edivermeler... Saçma sapan işler.

İşte bu durum bizim hukukumuzda, "sözleşmeden doğan sorumluluk" olarak tanımlı. Bu anahtar sözcüğü kullanarak binlerce Yargıtay kararı bulabilirsiniz.

Bu şu demektir, "Kardeşim beni bu işe sen ikna ettin, sözleşmeye başlamadan önce oluşacak ilişkiyi sen yağlayıp balladın, ben bu işe sana güvenerek girdim... Şimdi bu yaptığın iş nedir?"

Böyle bir durumda haklarınız muhtelif.

- İsterseniz sözleşmeden dönüp, sanki bu sözleşme, aman ilişki, hiç olmamış gibi bir hale gelmek isteyebilirsiniz. Bunu seçerseniz, sevgiliden aldığınız tüm hediyeleri iade edip, ona verdiğiniz her şeyin de iadesini istemelisiniz. Birbiriniz için yaptığınız harcamaları da mahsuplaşıp açıkları kapatırsanız, sizden temizi yok.

Fakat bunun için, birlikte olduğunuz süre içinde sırf o sevgili var diye kaçırdığınız fırsatların da tazmini gerekir. E mantıklı olan da bu zaten, yani madem "hiç olmamış gibi" bir hale getirmek istiyoruz, "olmasaydı olabilecek şeylerin de" tazmin edilmesi gerekir. İşte buna "menfi zarar" diyoruz.

Mesela, siz o sevgilinin romantik bakışları altındayken, size başkasından gelen muhteşem çiçekleri reddetmek zorunda kalmış olabilirsiniz. Yazık olmadı mı? Ya da sevgiliniz -olduğunu sandığınız adamla- yemek yiyeceğiniz için, gaaayet yakışıklı ve hoşsohbet bir adamın kahve teklifini geri çevirmiş olabilirsiniz. Ah, bu treni kim geri yakalayabilir?

- Ya da, böyle bir "ctrl+z" yoluna gitmeden, sözleşmeyi feshederek, başka bir tazmin yolu da kullanabilirsiniz.

Sevgilinizi "şenlendirmek" için "dantelli şeyler" mi aldınız? Romantik bir tatil rezervasyonu yapıp ön ödemesini mi gönderdiniz? Doğumgünü için doğduğu gün üretilmiş şarap mı buldunuz - ama daha vermediniz?

İşte bunların tazminini isteyip işi böyle de temizleyebiliyorsunuz. Buna da "müspet zarar" diyoruz.

Menfi zararın tazmini, ilişkinin "hiç kurulmamış gibi" olması anlamına gelir. Yani artık birbirinizi yolda görseniz tanımazsınız artık. Müspet zararın tazmini ise, ilişkiyi "olmuş ve bitmiş" bir hale getirir. Yani bu durumda, yolda birbirinize selam vermek bir insanlık görevidir.

- Menfi ya da müsbet, sözleşmeden dönme ya da sözleşmenin feshi, hangi yolu kullanırsanız kullanın, manevi zarar talep hakkınız bakidir. Manevi tazminat hakkımız engellenemez.

Sonuç olarak konuyu şöyle bağlayalım:

Eğer ortada bir "sözleşmeden doğan sorumluluk ihlali" var ise, sevgilinize şöyle bir ihtar çekebilirsiniz:

"Sayın muhatap,

Bildiğiniz üzere, aramızdaki sevgililik ilişkisi ... tarihinden bu yana kesintisiz olarak devam etmektedir. Bununla birlikte, gerek sevgililik öncesi müzakerelerinde gerekse ilişkimizin başında tarafınızca verilen taahhütlerin yerine getirilmediğini ve üstelik, belirtilen süreçlerdeki hassasiyetin artık tamamen kaybolduğunu üzülerek müşahede etmekteyiz.

Tarafınıza bu yönde önceden yapılan tüm ihtarlar sonuçsuz kaldığından, ilişkimizi sona erdirmek zarureti hasıl olmuştur.

Fazlaya dair haklarımız saklı kalmak üzere, işbu ihtarnameyi tebliğ ettiğiniz tarihten 3 iş günü içinde,

-Sözleşmeden dönmeden kaynaklı ... TL. menfi ya da sözleşmenin feshi kaynaklı ... TL. müspet zarar tazmininin ..... IBAN numaralı hesaba yatırılmasını,
- Nezdinizde kalan tüm eşyalarımın ... adresine ödemeli olarak kargolanmasını,
- Aramızda bundan sonra devam edecek insani ilişkinin seçtiğiniz sona erdirme yoluna bağlı olarak tarafımızca belirleneceğini,
- Manevi tazminat taleplerimizi bilahare değerlendirmek üzere saklı tutmakta olduğumuzu,

ihtaren bildiririz."

Bunu noterden göndermek pahalıya gelir, siz iadeli taahhütlü yapın.
Bir de, kargoyu bilerek "ödemeli" yazdım, bi de pintilik filan eder bunlar şimdi, gerek yok. Parası neyse veririz.

Aaaah ah, siz erkekler...

*
Ders 5 - "Ben derim sen diyemezsin!" - ya da - "Usûlde paralellik"

Öncelikle ben bu ilkeyi unutmuştum, şuradan hatırladım: http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=27316514

Bu o kadar uzun uzadıya anlatılacak bir ilke değil ama çok hayati.

Özetle konu şudur, bir kuralı kim getirdiyse o kaldırabilir. Bir konuyu kim açtıysa o kapatır. Bir hakkı kim kime verdiyse o kişiden o alır.

Yani,

- Ya kilo mu aldım ben acaba ya, pantolonum dar geliyor... Şişman bir kız oldum ben :(
- Aşkım dedim sana, o kadar çikolata yeme diye...
- Ne yani bana şişman mı diyorsun?
- Ama sen kendin...?
- Ben derim! Sen diyemezsin!

ya da

- Sürpriiiiz :)
- Ah aşkım... Ne kadar güzel bu küpeler, dünyanın parasıdır bu şimdi...
- Ah sevgilim lafı mı olur, ne kadar yakıştı bak...
- Canım, çok tatlısın
- Tatlı olan sensin, hayatımın aşkı, bebeğim benim.
- Hihi :D
- Peki o zaman ben Osman ve Berke'yle Rusya'ya gidebilir miyim?
- Üç sap, Rusya'ya? Herhangi bir Slav ülkesine? Tabi ki hayır, Kemer'e bile gidemezsin.
- Ama küpeler?
- Burada kuralları ben koyarım! Aldığın hediyeler değil. Ayrıca da teşekkür ederim çok yakıştı.
- Beyler :(

veya

- Aşkım kiminle konuşuyordun yarım saattir?
- Bişey yok ya, Ahmet aradı işte akşamki maçı konuşuyorduk, gel bizde izleyelim deid.
- Ya... Ben Ahmet'le daha bu sabah karşılaştım, akşam Yeliz'le buluşacaklarmış?
- Eeöö... İptal olmuş o, Yeliz'in işi çıkmış, o yüzden beni aradı maç izleyelim dedi.
- E ama Yeliz'le birlikteyiz biz şimdi, yokmuş işi filan?
- Aaa öyle miymiş bak sen... O zaman Ahmet mi karıştırdı acaba... Bilemedim bak. Zaten ben olmaz dedim, akşam sevgilimle olucam, sana gelemem dedim. O değil de, bi İlhan İrem vardı ne oldu ona?
- Hayatım konuyu ben açtım ben kapatırım, kiminle konuşuyordun dedim!
- Hayat ne tuhaf vapurlar filan...

gibi.

Bence gayet açık.

*
Ders 6 - "Şüpheden sanık yararlanır" ilkesi

Of bu ilkeyi elli saat yazarım da halim kalmadı la çok yoruldum yukarıdakileri anlatayım diye.

Şimdi gençler, bizim ülkemizde bu ilke uygulanmıyor biliyorsunuz. Üzerinde şüphe olmasına bile gerek kalmadan hoop tutuklanıyorsun. Ama biz "olan" değil "olması gereken hukukun peşindeki insanlarız, ona göre konuşalım.

Olması gereken, bir kişinin suçlu olduğu kesin olarak ispatlanana kadar o kişiyi o suçtan cezalandırmamaktır.

Nasıl ki "Evinde 19 tane çakmak var" ya da "Poşu ne iş?" diyerek bir insanın terörist olduğuna karar veremezsen, sırf  "içimde öyle bir his var" diyerek de sevgilinin seni aldattığı sonucuna ulaşamazsın. Ayıp diye bir şey var.

Bunun ihbarı - suçüstüsü var, ihbar edenin kimliği var, yazılı delili, tanık anlatımı, olay yeri incelemesi, teknik takibi, abi zilyon tane kriteri var. Sen bana kalkmış diyorsun ki, "içime doğdu, ben anlarım"

Şimdi sen "Ben anlarım..." diyerek adama trip atıyosun ama, ne oldu, boynunda ruj izi mi buldun? Sadece pms yaşıyor olmayasın, uçan kuştan huysuzlanan?
"On dakikadır telefonun kapalı, kiminleydin ha kiminleydin!" diye bağırıyorsun ama, ne oldu yani, kızın üzerine dinleme cihazı yerleştirmiştin de inlemelerini mi duydun? Of "boy kompleksinden" genelde bunlar.
"Kimdi o yanındaki, pek neşeli gülüyordunuz..." diye akşamı zehir ettin çocuğa, salak mısın kızım sen, adamın ilk ve tek tanıdığı kız sensin mi sanıyorsun?
"Akşam akşam neden arıyor bu dümbük seni?" - Aynı şekilde, tek erkek sensin hayattaki. Koçum benim.

Of içimi şişiriyorsunuz yemin ederim.

Kıskançlık başka şey, "Aha kesin beni aldatıyor, telefonu açmadıysa kesin başkasıyla iş pişiriyordur şimdi" tribi başka şey.

Kendiniz hastasınız, bari bizi hasta etmeyin olm.

*
Bugünkü dersimiz bu kadar.

Bir sonraki dersimizde, şüpheden sanık yararlanır ilkesini uygularken en sık karşılaştığımız "hukuka aykırı delil" sorununa değineceğiz.

İnsan hayatına müdahale ve verilen kararın temyizinden bahsedeceğiz.

Bir konudan daha bahsedelim zira üçer üçer gidiyoruz ama şimdi aklıma gelmedi, o da sürpriz olsun.

Sevgiler,
Göksun. :)

7 Şubat 2012 Salı

RG - Şark hizmeti vs.

Herkese günaydın,

Resmi Gazete Haber Bülteni'nde bugün şunlar var, altını çizip yassılaştırdığım ibareler iptal edilmiş:

- Medeni Kanun 303/2'de değişiklik var. Soybağı meselesi. http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2012/02/20120207-16.htm
"MADDE 303.- Babalık davası, çocuğun doğumundan önce veya sonra açılabilir. Ananın dava hakkı, doğumdan başlayarak bir yıl geçmekle düşer.
Çocuğa doğumdan sonra kayyım atanmışsa, çocuk hakkında bir yıllık süre, atamanın kayyıma tebliği tarihinde; hiç kayyım atanmamışsa çocuğun ergin olduğu tarihte işlemeye başlar.
Çocuk ile başka bir erkek arasında soybağı ilişkisi varsa, bir yıllık süre bu ilişkinin ortadan kalktığı tarihte işlemeye başlar.Bir yıllık süre geçtikten sonra gecikmeyi haklı kılan sebepler varsa, sebebin ortadan kalkmasından başlayarak bir ay içinde dava açılabilir.”
Daha önceden babanın açacağı dava bakımından "her halde beş yıl içinde dava hakkı düşer" kuralı iptal edildiği için, hukuk politikasında tutarlılık adına bu değişikliği yapmışlar. Olmuş bence.

- Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu md. Ek 4'te de değişiklik var. Zorunlu hizmet meselesi. http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2012/02/20120207-20.htm
“EK MADDE 4- Tıp fakülteleri dekanlıkları ve eğitim hastaneleri baştabiplikleri mezun olan veya uzmanlık ve yan dal uzmanlık öğrenimini tamamlayan tabip ve uzman tabiplerin isim ve adreslerini onbeş gün içinde Sağlık Bakanlığına bildirmekle yükümlüdürler. Diploma ve uzmanlık belgelerinin Sağlık Bakanlığınca tescil işlemlerini müteakip en geç iki ay içerisinde, Devlet hizmeti yükümlülüğü olan personel, atama yerleri ve atama işlemine ilişkin süreç internet sayfasında ilân edilir. Bu ilân tebligat yerine geçer.
Eş durumu ve sağlık mazereti nedeniyle yapılacak atamalar hariç personelin görev yerleri, tercih hakkı verilmek sureti ile kurayla belirlenir. Atama sonuçlarının internet sayfasında ilânını müteakip, gerekli hallerde belgelerini tamamlamak üzere ilgili personele yirmi gün süre verilir.
Devlet hizmeti yükümlülük süresi, personelin atandığı yerde göreve katılması ile başlar. Belge ile ispatı mümkün zorunlu sebepler olmaksızın süresi içinde göreve başlamayanlar ile başladıktan sonra ayrılanların görev yapmadıkları gün sayısı Devlet hizmeti yükümlülük süresine ilave edilir. Ancak ilave edilen süre, atama yerine göre belirlenen asıl süreden fazla olamaz.
Devlet hizmeti yükümlülüğü kapsamındaki personel, bu görevlerini tamamlamadan mesleklerini icra edemezler.”
Bu şundan olmuş, doktor Şınak'tayken istifa edip sonra memuriyete dönmüş. Bu kez Mardin'e göndermişler. Herkese 500 gün zorunlu hizmet varken bu doktora 1000 gün uygun görmüşler. Doktor da dava açmış ve haklı bence. Neticede tek bir zorunlu hizmet var, buna zam yapmanın anlamı yok.

Ha eğer burada amaç doktorları istifadan kaçınır hale getirmekse, bunun yolu bu olmamalı. Çünkü istifa eden doktor zaten doğu hizmeti istemediği için ediyor, zaten neden geri dönsün ki? Döndüğü zaman bir de zamlı hizmet edecekse hiç dönmez.

Devlet kavramıyla aram bu yüzden hoş değil. Kardeşim vatandaşının memleketin bir yerinden kaçmasını istemiyorsan, orayı kaçılmayacak hale sen getireceksin. Böyle "kaçar da dönersen seni daha çok tutarım" diyerek olmaz bu işler, çünkü zorla gittiği yerden kaçan adam zaten dönmez.

- Vergi Usul Kanunu Ek 13'te de değişiklik var. Memura ek ödeme meselesi.
http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2012/02/20120207-19.htm
"4. Maliye Bakanı:
a) (Mülga : 5/7/1991-KHK - 433/16md.; Yeniden düzenleme: 19/8/1991-KHK- 449/3 md. Değişik : 20/3/1997-KHK - 570/12 md.)
Maliye Bakanlığı ile bağlı kuruluşlarının merkez ve taşra teşkilatında çalışan memurlar ile sözleşmeli personele (Vergi Denetim Kurulu Başkan ve Yardımcıları, Vergi Müfettişi ve Yardımcıları ile bağlı kuruluşların kadro karşılığı sözleşmeli personeli hariç) en yüksek Devlet memuru aylığının (ek gösterge dahil) % 200’ünü geçmemek üzere ek ödeme yaptırmaya, ..."
Yani işte "iyi bişey yapıyosan tüm memurlara yap" gibi bişey.

Çok sevgiler,
Göksun.

6 Şubat 2012 Pazartesi

Göksun'la dilekçe öğreniyorum...

Evet sevgili arkadaşlar, düşündüm taşındım, size en iyi bu şekilde fayda sağlayabilirim dedim...

Karşı tarafa çok sinirlendiniz ama "siyaseten doğru" ifadelere mi ihtiyacınız var...
Avukat değilsiniz ama "afili cümleler" kurmak mı istiyorsunuz...
Avukatlar olarak, sizin "iki laf edip o kadar para alıyolar yeaaa" dediğiniz cümleleri nasıl kurduğumuzu öğrenmek ve siz de mi kurmak istiyorsunuz...

İşte fırsat. "Göksun'la dilekçe öğreniyorum" serisini takip ederseniz, arzuhalcilikle başlayıp, bir gün arabulucu bile olabilirsiniz...

Diplomamız henüz YÖK onaylı değil ama o da olacak hayırlısıyla.

Evet şimdi lütfen ağzımızdaki sakızı çıkarıp ders moduna girelim. Çay kahve içebilirsiniz, bişeyler yiyebilirsiniz, kulaklıkla müzik dinleyebilirsiniz, sessiz olmak kaydıyla her şey serbest. Fakat ben bişey anlatırken dersin kaynatılmasından veya sakız çiğnenmesinden hiç hoşlanmam. Öperim.

*
Ders 1 - "Bugüne kadar aklın neredeydi?"

Bu konu aslında daha çok erkekleri ilgilendiriyor.

Malum, biz kadınlar "fil hafızalı" olabiliyoruz. Size kızdığımız zaman "Tamam peki" diye geçiştirip, aradan kaç yüzyıl geçmiş olursa olsun, ondan sonraki ilk fırsatta "Sen o gün de şöyle yapmıştın zaten!" deme kabiliyetimiz çok gelişmiş.

Siz burada istediğiniz kadar "Ama balım, aşkım, hayatımın böceği, o o zamandı bu bu zaman..." diye öpüp sevmeye çalışın. Yok, olmuyor. Ben aslında sizin "Eeeh, bugüne kadar aklın neredeydi, bunu mu tuttun aklında, nası bi manyaksın la sen!" demek istediğinizi biliyorum, inanın biliyorum. Ama diyemiyorsunuz. Çünkü şık değil.

"Beş sene önce doğduğu iddia edilen bir borcun, zamanaşımı süresinin dolmasına az bir süre kala ileri sürülmesi hakkın kötüye kullanılmasıdır" diyeceksin.

Hatun "küt" diye kalacak.

Sizin kurduğunuz cümle onu afallatıp, üslubunuzdaki "kuğul" akıcılık kızın aklını başından alacak. Eğer parfümünüz ve salgıladığınız endorfin de müsaitse, sevgilinizin kollarını boynunuzda görmeniz an meselesi.

Aynı yöntemi, üzerinden neredeyse on sene geçmiş olan alacağının peşine düşen SGK için de kullanabilirsiniz. İşe yarama garantisi yok, ama en azından faizden kurtarır.

*
Ders 2 - "E peki o zaman buna ne diyeceksin?"

İki ayrı alt başlıkta inceleyebiliriz bu konuyu. Evet, kadınlar için gelsin...

Başlık bir. "Adam haklı beyler."

Diyelim ki adam sizi çok kırdı, ne mesela, işte ne bileyim, başka bir kızla öpüşürken yakalamış olun.

Bu yüzden kavga ediyorsunuz, ortalık gergin, adam diyor ki "Aşkım yanlış anladın, onun gerçekten bir açıklaması var, öpüşme değildi o, suni teneffüs yapıyordum ben..." falan da filan. Siz de düşününce gördünüz ki, yani evet, bir trafik kazası var gerçekten, kadın baygın gibiydi de, sağlık görevlileri filan da geldi zaten hemen, götürdüler kadını... Yani belki haklı da olabilir, neticede bir kadını öpmek için o kadar ekipman toplamak herkese rol kestirmek filan çok zahmetli hep...

Ama sizin tek derdiniz o değil ki! Siz o gün çok hastaydınız ve adam yanınızda olmayıp, gidip alemin karısına kızına suni teneffüs yapıyordu!

İşte o durumda, "Hadi dediğin doğru diyelim, o zaman NEDEN BENİM YANIMDA DEĞİLDİN!!!!" diye bağırmıyoruz. Çok "kezban" duruyor böyle.

Sakince, kendinden gayet emin bir ifadeyle ve tane tane,

"Kabul anlamına gelmemek kaydı ile bir an için, senin o kadınla öpüşmeyip kendisine sadece suni teneffüs yaptığın düşünülse bile, benim hastalığımda neden yanımda olmadığın sorusu halen cevaplanamamaktadır." diye konuşun.

Adam bu cümleyi anlarsa onunla evlenebilirsiniz.

Bu çok "joker" bir kalıptır. Kaçabileceğiniz her yere bu şekilde kaçabilir, konuyu çekebileceğiniz her yere bunu kullanarak çekebilirsiniz. Eğer tartışma zemininde kayganlık varsa, "Peki o zaman buna ne diyeceksin?" demeniz gerekiyorsa, yapıştırın bu kalıbı, her yola gelir.

Aynı yöntemi, bir işveren vekili olarak işe iade davasında da kullanabilirsiniz. Diyelim ki vatandaşı ekonomik sebepler göstererek işten çıkardınız ama aslında kriz sizi teğet bile geçmedi. İşe iade davasına cevaben, "Kabul anlamına gelmemek kaydı ile bir an için müvekkilin ekonomik yıkım içinde olmadığı düşünülse bile, davacının satış grafikleri dikkate alındığında, son derece başarısız ve ortalama altında bir çalışmasının olduğu görülecektir." yazabilirsiniz. Ama o dava gider, söyleyeyim.

Başlık iki. "Ne diyosun sen allaanı seversen ya..."

Örnek, sevgiliniz size "Beni sevmiyorsun" diye naz yapıyor. Bunu genelde kızlar yapar ama kimi zaman erkeklerden de görüyoruz.

Bu davranışa maruz kalırken başlarda üzülüp, "Neden onu sevmediğimi düşünüyor ki, seviyorum ama aslında, hem de çok... :(" diye içlenseniz de, süreç uzadıkça "Sevmiyorsam ne işin var benimle!" hissine kapılmanız kaçınılmazdır. Hatta daha ileri aşamalarda, "Sevmiyorum ulan var mı diyeceğin!" diyerek artık Allah ne verdiyse girişebilirsiniz. Burada atalarımızı anmayı bir borç bilirim, zira çok naz aşık usandırır...

Böyle bir durumda, siz sevgilinize istediğiniz kadar "arım balım peteğim" diyerek konuşun, bir kulağından girmez bile. Çünkü çok emin, aslında onu sevmiyorsunuz. Öyle inanmış. Aşkınızı ilan etmeniz işe yaramaz çünkü zaten etmişsiniz ama inanmamış işte.

"Kabul anlamına gelmemek kaydı ile bir an için seni sevmediğim düşünülse bile, o zaman neden hala dizinin dibinden ayrılmıyorum mesela?" - diyebilirsiniz. Uygun düşer.

Benzer şekilde, yine bir alacak davasında aynı kalıp kullanılabilir. Davalısınız, taahhüt ettiğiniz işi zamanında teslim etmediniz, çünkü iş sahibi size ücretinizi ödemedi. Şimdi de sizden cezai şart istiyor şerefsiz.

"Kabul anlamına gelmemek kaydı ile bir an için, müvekkilimin taahhütünü yerine getirmediği düşünülecek olsa bile, öncelikle karşı taraf kendi edimini yerine getirmediğinden, müvekkilimin teslim borcu zaten henüz doğmuş bile değildir." - Evet atan sıfır karşılayan bir. Ben bu oyunu bozarım.

*
Ders 3 - "Taam taam ama şımarma!"

Bunu da genelde kadınlar kullanacaktır...

Kalbiniz kırık, ama seviyorsunuz da adamı... Tamam yapmış bir düşüncesizlik, hatta belki hayvanlık, ama seviyorsunuz ne yapalım. Gönül bu. Konacağı yeri bilmez.

Biraz kırgınlıktan sonra eski halinize dönesiniz var, ama adamın bu yaptığını da unutmak niyetinde değilsiniz - bu arada yeri gelmişken, kadınlar gerçekten unutmaz beyler. Yani olayı unutsa bile "hissi" unutmaz. Bu da bonus olsun.

Adam size devasa bir demet kırmızı gül alıp geldiği zaman sizin yürek yağ gibi eriyip akacak, malum. İster istemez affedersiniz. Ama biliyorsunuz, "Of taam affettik diye şımarma hemen!" derseniz artık o şımarmanın önünü alamazsınız. Bunun yerine şöyle demeniz lazım,

"Fazlaya ilişkin haklarım saklı kalmak kaydıyla, güller için teşekkür ederim..."

Safları sıklaştıralım derken yüzgöz de olmayalım kızlar. Bir demet gülle olmaz bu işler. Daha bunu yemesi, içmesi, öpmesi, sevmesi, tektaşı, tamturu, beşli yedili taşlıları, bilumum doğumgünleri, yıldönümleri, özelliksiz günleri, pms'leri... Çok şeyi var.

Hukuk dünyasında bunu şöyle kullanıyoruz, diyelim biliyoruz ki bizim müvekkil alacaklı ama miktarından emin değiliz... Şansımızı denemek için 500 liralık bir dava açıveriyoruz, dosya bilirkişiden bir dönüyor ki meğer bizim alacak 30.000 lira imiş... "Uuu beybi" diyerek talep yükseltiyoruz, olaylar gelişiyor. İşte nasıl ki bu davada daha en baştan "fazlaya haklarımızı skalı tutmak kaydıyla" demiş olmamız gerekiyorsa, ilişkide de öyle. Yoksa bir çiçek iki böcekle oldu bitti sanıyor adamlar. Daha neler ayol.

*
Bugünlük bu kadar.

Sıradaki dersimizde "Of ne dyosn be slak" yerine ne diyeceğimiz, yapılan harcamaların ayrılık sonrasında nasıl paylaşılacağı, "Ama başta böyle değildi :(" gibi konuları işleyeceğiz. Arada aklımıza gelirse birkaç konu daha şeyedebiliriz. Bizden ayrılmayın.

"Always yours"
Göksun.

4 Şubat 2012 Cumartesi

Çek Kanunu değişiklikleri

Sevgili arkadaşlar,

O karlı günlerden sonra güneşli bir cumartesiye uyandık şükür, fakat ben evde Çek Kanunu çalışıyorum. Kafayı hukukla mı bozdum yoksa bildiğin (dışarı çıkmaya) üşengeç miyim takdiri size bırakıyorum, ama neticede kendim için endişelenmiyor değilim. Ara sıra yemime suyuma bakın la ahaha of tamam sustum.

Şöyle yapayım istiyorum, eski kanunu yazayım, yenilikleri üzerine işleyeyim. Hem neyin ne olduğunu görmek anlamında faydalı olur. Kendi notlarımı gerektiği yerlerde belirteceğim, sorularım ve özel önem verdiğim yerleri yeşil yazdım...

Ayrıca, buyrun bu kanunun eski hali: http://www.alomaliye.com/2009/5941_cek_kanunu.htm
Bu da dünkü mükerrer'de yayınlanan değişiklik kanunu: http://www.resmigazete.gov.tr/main.aspx?home=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2012/02/20120204.htm&main=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2012/02/20120204.htm

  • Madde 2/2: Bankalar, çek hesabı açtırmak isteyenlerin yasaklılık durumuna ilişkin adlî sicil TC Merkez Bankası kayıtlarını, açık kimliklerini saptamak için fotoğraflı nüfus cüzdanı, pasaport veya sürücü belgesi örneklerini, yerleşim yeri belgelerini, vergi kimlik numaralarını, tacir olanların ayrıca ticaret sicili kayıtlarını, esnaf ve sanatkâr olanların ise esnaf ve sanatkâr sicili kayıtlarını almak ve çek hesabının kapatılması hâlinde bunları, hesabın kapatıldığı tarihten itibaren on yıl süreyle saklamakla yükümlüdür."
Aşağıda göreceğimiz üzere, karşılıksız çekte adli ceza kalktı. O yüzden yasaklılık adli sicilde değil TCMB kayıtlarında olacak.
  • Madde 2/7'ye d bendi eklendi. Artık çek defterinin her bir yaprağına, çekin basıldığı tarih de eklenecek.
Yine aşağıda bir yerlerde konusu geçecek, çekin basıldığı tarih önemli. Tutarlılık düzenlemesi bu da.
  • Madde 3/3'te, muhatap bankanın sorumlu olduğu miktarlar güncellenmiş. 600 liralar hem bin olmuş. Güncelleme bu yani.
  • Madde 3'e 9. fıkra eklenmiş. Diyor ki,  "Çekin, üzerinde yazılı baskı tarihinden itibaren beş yıl içinde ibraz edilmemesi hâlinde, muhatap bankanın üçüncü fıkraya göre ödemekle yükümlü olduğu tutara ilişkin sorumluluğu sona erer.”
İşte baskı tarihi bu yüzden önemli. Yani bu mesele borçlu/alacaklıdan çok bankayla alakalı gibi görünüyor ama anlamadığım şeyler var... Şimdi çek artık uygulamada "görüldüğünce vadeli" olmaktan çıktı evet. Ama normalde, görüldüğünde vadeli olduğu için, ben bugün çek yazıp üzerine 10.04.2012 tarihi atsam, zamanaşımı da o günden başlamalıydı. (Bu arada, bu tarihten önce ibraz ettiğimiz zaman tam olarak ne oluyor bi açıklayan olur mu? Unuttum ben bunları hep ve "her şeyi" bilmediğim için çok mutsuzum.) 

Fakat elimdeki çek defterinin baskı tarihi atıyorum 01.06.2011. O tarihten beri aynı defteri kullanıyorum. Fakat zamanaşımının basılma tarihinden başlamasıyla keşide tarihinden başlaması arasında neredeyse bir yıllık fark var. Ki daha fazla da olabilir. "Viva la banka" yani.

Ya arkadaş, ne bitmez aşkınız varmış şu bankalarla ya. "Böyledir sizin sevdanız."

Bu arada, kimse kalkıp da "Ama Borçlar Kanunu'nda aleyhlerine değişiklikler yapıldı bikbik" demesin. Geçici onlar hep. Koca İİK ve Çek Kanunu bankalara çalışıyor, ki SPK mevzuatını filan bilmediğim için onları konuşmuyorum. Borçlar daha bi "vatandaş" kanunu, önce bi "bize göresini" gösterdiler, değişir o da yakın zamanda. 
  • Madde 3/6:  (6) Muhatap bankanın üçüncü fıkraya göre ödemekle yükümlü olduğu tutar dahil kısmî ödeme hâlinde, çekin ön ve arka yüzünün onaylı fotokopisi ücretsiz olarak hamile verilir. Çek hamili, bu fotokopiyle müracaat borçlularına veya kambiyo senetleri hakkındaki takip usullerine başvurabileceği gibi, Cumhuriyet başsavcılığına şikâyette talepte bulunurken dilekçesine bu fotokopiyi ekleyebilir ve bunu icra daireleri ile mahkemelerde ispat aracı olarak kullanabilir. Mahkeme veya icra dairesinin istemi hâlinde çekin aslı bu mercilere gönderilir.
Cezai sorumluluk kalktığı için savcıdan ne talep edeceğimizi henüz bilmiyorum. Okuyalım görelim...
  • Madde 5'de değişen fıkraları olduğu gibi alıyorum izninizle, en esaslı değişiklikler burada:
Ceza sorumluluğu, çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı
             MADDE 5 – (1) Üzerinde yazılı bulunan düzenleme tarihine göre kanunî ibraz süresi içinde ibrazında, çekle ilgili olarak karşılıksızdır işlemi yapılmasına sebebiyet veren kişi hakkında, hamilin şikâyeti üzerine, her bir çekle ilgili olarak, binbeşyüz güne kadar adlî para cezasına hükmolunur. Ancak, hükmedilecek adlî para cezası, çek bedelinin karşılıksız kalan miktarından az olamaz. Mahkeme ayrıca, çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağına; bu yasağın bulunması hâlinde, çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağının devamına hükmeder. Bu davalar, çekin tahsil için bankaya ibraz edildiği veya çek hesabının açıldığı banka şubesinin bulunduğu yer ya da hesap sahibinin yahut şikâyetçinin yerleşim yeri mahkemesinde görülür.
 Yeni birinci fıkra:
Üzerinde yazılı bulunan düzenleme tarihine göre kanunî ibraz süresi içinde ibrazında, çekle ilgili olarak karşılıksızdır işlemi yapılması hâlinde, altı ay içinde hamilin talepte bulunması üzerine, çek hesabı sahibi gerçek veya tüzel kişi hakkında, çekin tahsil için bankaya ibraz edildiği veya çek hesabının açıldığı banka şubesinin bulunduğu yer ya da çek hesabı sahibinin yahut talepte bulunanın yerleşim yeri Cumhuriyet savcısı tarafından, her bir çekle ilgili olarak çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararı verilir. Bu fıkra hükmüne göre çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararı, karşılıksızdır işlemine tabi tutulan çekin düzenlenmesi suretiyle dolandırıcılık, belgede sahtecilik veya başka bir suçun işlenmesi hâlinde de verilir.”
Evet demek ki savcıdan bu yasaklama kararını vermesini talep ediyormuşuz... Artık adli bir ceza olmadığı için mahkeme kararından söz edilmemesi tutarlı. Bu karara karşı kanun yolu olarak, aşağıda göreceğimiz üzere, Kabahatler Kanunu'nu işletiyoruz. 


Artı, karşılıksız çek diye bir "suç" artık yok ama bunun "dolandırıcılık" olarak nitelenmesinin sınırı nedir? Bunu açıklayan olursa sevinirim. Sahtecilikten farklı olduğu kesin tamam da, dolandırıcılık nerede başlıyor; bu konu önemli. Devlet "kıyak yapıyorum" diyor ama karşımıza geçip "karşılıksız çekten değil ama bu sefer dolandırıcılıktan alıyorum seni" diyecekse, bunu bilelim lütfen. Ayrıca "başka bir suç" nedir? Salt karşılıksız çek düzenlemekle başka nasıl bir suç oluşabilir? Gerçekten soruyorum.
             (2) Birinci fıkra hükmüne göre çek karşılığını ilgili banka hesabında bulundurmakla yükümlü olan kişi, çek hesabı sahibidir. Çek hesabı sahibinin tüzel kişi olması hâlinde, bu tüzel kişinin malî işlerini yürütmekle görevlendirilen yönetim organının üyesi, böyle bir belirleme yapılmamışsa yönetim organını oluşturan gerçek kişi veya kişiler, çek karşılığını ilgili banka hesabında bulundurmakla yükümlüdür.
Bu fıkranın kaldırılmasındaki mantığı anlamadım. Çek karşılığını bulundurmakla yükümlü olan kim o zaman? Ya da, adli cezanın kalkmış olmasından bu yükümlülüğün de mi kalktığını anlamalıyız?
             (3) Çek hesabı sahibi gerçek kişi, kendisi adına çek düzenlemek üzere bir başkasını temsilci veya vekil olarak tayin edemez. Gerçek kişinin temsilcisi veya vekili olarak çek düzenlenmesi hâlinde, bu çekten dolayı hukukî ve cezaî sorumluluk hukukî sorumluluk ile idarî yaptırım sorumluluğu çek hesabı sahibine aittir.
             (4) Karşılıksız çek düzenleyen, adına karşılıksız çek düzenlenen ve ileri düzenleme tarihli çek üzerinde yazılı tarihe göre kanunî ibraz süresi içinde ibrazında, karşılığını ilgili banka hesabında bulundurmayan gerçek ve tüzel kişi hakkında, soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısının talebi üzerine, sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde resen mahkeme tarafından, karşılıksız çıkan her bir çekle ilgili olarak, çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararı verilir.
Artık bu işleri savcı yaptığı için değişiklik mantıklı.

5-6-7 ve 8'de değişiklik yok.
             (9) Karşılıksız kalan bir çekle ilgili olarak yapılan soruşturma veya kovuşturma neticesinde;
             a) Cumhuriyet savcısı tarafından kovuşturmaya yer olmadığına,
             b) Mahkeme tarafından, beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, davanın düşmesi veya davanın reddine,
             karar verilmesi hâlinde, aynı kararda, çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağının kaldırılmasına da karar verilir. Bu karar, kesinleşmesi hâlinde, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasına sekizinci fıkradaki usullere göre bildirilir ve ilân olunur.
             (10) Koruma tedbiri olarak verilen çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararına yapılan itirazın kabulü hâlinde, bu kararla ilgili olarak da sekizinci fıkradaki bildirim ve yayımlanma usulü izlenir.
Fıkranın yeni hali:
Çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararına karşı yapılacak başvuru ve itirazlar hakkında, 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun kanun yoluna ilişkin hükümleri uygulanır. Çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararına karşı yapılan başvurunun kabulü hâlinde, bu kararla ilgili olarak da sekizinci fıkradaki bildirim ve yayımlanma usulü izlenir.
Kabahatler Kanunu'na bakamadım şimdi, bilahare kurcalarım onu da. Ama itirazı sulh ceza'ya götürüyoruz diye anlıyorum bunu ben.

             (11) Birinci fıkrada tanımlanan suç nedeniyle kamu davasının açılmasının ertelenmesine, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına, ön ödemeye ve 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 297 nci maddesinin üçüncü fıkrasındaki tebliğnamenin tebliğine ilişkin hükümler uygulanmaz.
  • ALTINCI MADDEDEKİ DEĞİŞİKLİK ÖNEMLİ, TİKKAT!!
Maddedeki soruşturma kovuşturma falan filan gibi tüm süreçler kalkmış!!! Kısa ve öz olarak diyor ki: 
Karşılıksız kalan çek bedelinin, çekin üzerinde yazılı bulunan düzenleme tarihine göre kanunî ibraz tarihinden itibaren işleyecek 3095 sayılı Kanuna göre ticarî işlerde temerrüt faiz oranı üzerinden hesaplanacak faizi ile birlikte tamamen ödenmesi hâlinde, çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı Cumhuriyet savcısı tarafından kaldırılır. Çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağının kaldırıldığı, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasına 5 inci maddenin sekizinci fıkrasındaki usullere göre bildirilir ve ilân olunur.
Maddenin eski halinde, "tamamen ödenmesi halinde..."den sonra hala bir ton konuşuyordu. Şimdi ödemenin tamamlanması halinde, benim anladığım, savcılık'a "bak ben ödedim" diyor ve yasağın kaldırılmasını sağlıyoruz.

Tamamı ödenmemiş çekler hakkında şöyle olacak bu arada; artık bu işler mahkemeye gitmeyeceği için davalar düşecek. Temyizdeki dosyalar da mahkemelerine geri dönecek ve sorumlulular hakkında yukarıda sözünü ettiğimiz idari yaptırımlar uygulanacak. Hakkında devam eden bir dava ya da kesinleşen bir karar bulunmadığı için de, kimsenin GBT sıkıntısı olmayacak. Önceden verilip kesinleşen cezaların da mahkemeler tarafından tekrar ele alınması ve düşürülmesi gerekiyor. Yani, infaz edilmekte ya da infazına henüz başlanmamış olan cezalar da düşecek. Fakat bu konuda, hükümlülerin veya vekillerinin takipte olması lazım, mahkemenin ele alma sürecini takip etmez de gözden kaçarsanız, sonradan canınız sıkılmasın. (Bilgi için Arin Abi'ye teşekkür ederim. :) )
  • Madde 7/9 Hamiline çek defteri yaprağını kullanmadan hamiline çek düzenleyen kişi, bu aykırılığı içeren her bir çekle ilgili olarak, bir yıla kadar hapis üçyüz Türk Lirasından üçbin Türk Lirasına kadar idarî para cezası ile cezalandırılır.
Yani hapse girmeyecek, idari para ile cezalandırılacaksınız.
  • Şöyle bir geçici madde eklenmiş, "31/12/2017 tarihine kadar, üzerinde yazılı düzenleme tarihinden önce çekin ödenmek için muhatap bankaya ibrazı geçersizdir." - Niye ki o tarihe kadar? Sonrasında serbest mi olacak? 
Şimdilik bu kadar. Tamam güneş batıyor ama hiç olmazsa öğleden sonrayı kaçırmayayım...

Çok sevgiler,
Göksun.