12 Mart 2014 Çarşamba

mahkemenin topçu kışlası kararı ne anlama geliyor?

selam,

bu sabah işe gelirken düşündüğüm şeyi somut olarak yaşamak çok tatlı: biz sosyal medyayı geçen yaza kadar hep yüzeyselleşme ile ilişkilendirdik. ama aslında buralar ne büyük bir aydınlanma mecraları.

facebook'ta bir arkadaşım, hürriyet gazetesinin "mahkemeden topçu kışlası kararı: onayı uygundur" başlıklı bugünkü haberini paylaşmış. başka bir arkadaşın sorması üzerine habere bakındım, buyrun mesele şudur:

bizim bildiğimiz şey tektir, "taksim projesi davası" der geçeriz. fakat hukuk aşırı detaylı ve bu yüzden asap bozan bir şeydir. taksim projesi dediğimiz olayın içinde, hem trafik düzenlenmesi, hem topçu kışlası, hem bu düzenlemeler ve binalar için yapılması gereken imar planı değişiklikleri, hem yine bunlar için gerekli koruma kurulları izinleri, hem muhtemelen şu an aklıma gelmeyen başka şeyler de var. bunların her biri ayrı bir hukuki işlemdir, yani aslında her biri ayrı birer dava konusudur.

gezi parkı'na topçu kışlası ya da başka herhangi bir şey yapılması için, öncelikle imar planının değişmesi gerekiyor. çünkü planlarda orası park ve idare, park olan yere bina yapamaz. yani plan değişikliği ve kışla yapılması farklı kararlar. planı belediye değiştirdi ve o ayrı bir dava konusu oldu zaten, kışla ise karışık mesele. koruma kurulları filan giriyor devreye.

topçu kışlası projesi için, öncelikle koruma kurulu'nun onayı gerekiyordu. kurul ise projeyi kamu yararına aykırı bularak reddetmişti. yüksek kurul ise, koruma kurulu'nu haksız bularak projeyi onaylamıştı.

yani yeni bir hukuki işlemimiz oldu: yüksek kurulun onayı. bunun iptali için yeniden dava açılması gerekiyordu, nitekim açıldı. işte bugünkü haber, o davanın sonucu.

hatırlarsanız, geçen sene topçu kışlası hakkında yürütmenin durdurulması kararı verilmişti ve hepimiz sevinmiştik. işte bu dava o dava.

yürütmenin durdurulması, bir "son karar" değildir. normalde, bir işlem hakkında dava açmak o işlemi durdurmaz. yani sen istediğin kadar itiraz et, eğer mahkemeden yürütmenin durdurulmasını istememişsen veya istemişsin de reddedilmişse, o işlemin yapılmasını durduramazsın. işte mahkeme, bizim sevindiğimiz o kararda aslında kışla sevicilere "benim bu davayı bitirmeme daha çok var, o arada sen bir dur allahını seversen zaten ortalık karışık" demiş olmuştu.

son kararı ise, "kışlada sıkıntı yok, bırakınız yapsınlar" şeklinde oldu.

fakat enseyi -şimdilik- karartmayalım. çünkü bu dava, kışlanın yapılmasını tek başına sağlayacak nitelikte değil.

biraz önce söylediğimiz gibi, ortada bir de imar planı meselesi var. tekrar edelim, imar planı değişmezse, kışla projesi onaylansa bile yapılamaz. çünkü o projenin gerçekleşeceği fiziki alan yaratılmamış olur.

imar planına ilişkin dava ise, şimdilik bizim lehimize sonuçlandı. yani istanbul idare mahkemesi, belediyenin planını reddetti. fakat karara itiraz edildi ve dosya danıştay'da. eğer danıştay "belediye haklıdır, tiz yapın plan değişikliğini" derse, haziran is coming arkadaşlar.

özetle böyle. şimdilik hiçbir şey bitmiş değil ama gevşemeyelim.

sevgiler,
göksun.




11 Mart 2014 Salı

13 ağır ceza ve bakanlığın yetki kavgası sezon 1 bölüm 1

selam,

şu 13 ağır ceza meselesini anlamaya çalıştım biraz, size de anlatayım.

13 ağır ceza, son ismiyle özel yetkili mahkeme, bildiğimiz ismiyle devlet güvenlik mahkemesi idi. ergenekon davası da bu mahkemede görülerek 5 ağustos 2013'te karara çıkmıştı.

yasal tutukluluk süresi 10 yıldı. yani on yıldır tutuklu bulunan ve haklarındaki karar kesinleşmemiş olan sanıklar, azami süre dolduğu için tahliye olabilirdi.

içinde bulunduğumuz 2014 mart ayında ise, kanun değişikliği yapılarak hem tutukluluk sınırı 5 yıla çekildi, hem de özel yetkili mahkemeler kaldırıldı.

burada araya girerek bir hatırlatma yapmama izin verin, tutukluluğun on yıla düşmesi dahi zaten daha üç günlük olaydır. hatırlarsınız, hizbullah sanıkları 2011 yılında bu şekilde tahliye olmuştu. buyrun ilgili haber: http://www.cnnturk.com/2011/turkiye/01/04/hizbullahin.muebbet.saniklarina.tahliye/601834.0/

tabii böyle olunca, ergenekon'un 5 yıldan uzun süredir içeride olan sanıkları patır patır tahliye talebinde bulundular. fakat sıkıntı şu oldu ki, kararı veren 13 ağır ceza mahkemesi, özel yetkiliydi ve bahsettiğimiz kanun değişikliği bu mahkemeleri kapatmıştı.

işte olay burada kopuyor. hsyk ve adalet bakanlığı diyor ki, kapatılan mahkemeler artık karar veremez, sadece dosyalarını devreder. 13 ağır da diyor ki, beni meclis kapatamaz, duanla doğmadım ki bedduanla öleyim.

gelelim mevzuat kısmına.

1. anayasa md.159/8: “kurul, … adalet bakanlığının, bir mahkemenin kaldırılması veya yargı çevresinin değiştirilmesi konusundaki tekliflerini karara bağlar …” (kurul dediğimiz hsyk işte.)

2. hsyk kanunu md.4/1: "4/1 maddesi “kurulun görevleri şunlardır: a) bakanlığın, bir mahkemenin kaldırılması veya yargı çevresinin değiştirilmesi konusundaki tekliflerini karara bağlamak ...”

3. adli yargı ilk derece mahkemeleri ... hakkında kanun md.15/3: “coğrafî durum ve iş yoğunluğu göz önünde tutularak bir ceza mahkemesinin kaldırılmasına …, adalet bakanlığının önerisi üzerine hâkimler ve savcılar yüksek kurulunca karar verilir.”

görüldüğü üzere, bu mevzuatta söylenen açık: adalet bakanlığı önerir, hsyk bu öneri hakkında karar verir.

peki o halde, hsyk ve adalet bakanlığı neden 13 ağır'ın aslında "olmadığında" ısrarlı?

1. kurulmaya kanunla karar veriliyorsa kapatılmaya da kanunla karar verilir. çünkü usûlde paralellik ilkesi bunu gerektirir. (usûlde paralellik, "duamla doğduysan bedduamla ölürsün" demek oluyor.)

2. hsyk'nın yetkisi, coğrafi durum ve iş yoğunluğu gibi sebeplere dayanan kapatmalara ilişkindir. örneğin istanbul 23. sulh ceza mahkemesini kapatabilir. fakat bir mahkemeyi kategorik olarak kapatmak, dostum orada dur...

3. bu mahkemelerin yasal dayanağı cmk'nın 250. maddesi idiyse ve bu dayanak kaldırıldıysa, sen daha neye göre kime göre kendini var sayıyorsun?

4. varlığını kanuna dayandırırken sorun yoktu da, şimdi yokluğunu dayandırınca neden sorun var? kazanın doğurduğuna inanıyorsun da öldüğüne neden inanmıyorsun?

5. vaktiyle dgm'ler kanunla kaldırılırken hiç itiraz gelmemişti, şimdi öym'leri kaldırmamın nasıl bir sakıncası olabilir?

size de bu tartışma nereden baksan tutarsızlık içinde değil mi?

bakın yorum burada çok önemli işte. yetkinin 13 ağır'da kaldığı görüşüne dayanak olabilecek hükümlerde, hep "bir mahkemeden" söz edilmiş. yani kategorik bir durum yok ortada, tek bir mahkeme var. aynen bakanlığın söylediği şey yani. fakat bu maddeden kategorik bir yetki çıkarmak istiyorsanız, madde gerekçelerine ve uygulama şekillerine bakmalısınız. bu konuda bir teamül oluşmuş olmalı ve o teamüle göre yönlenmelisiniz - aksini gerektiren bir durum yoksa.

(bu arada şunu da belirteyim, tahliye kararını veren 20 ve 21, öym değildi.)

bence buradaki sorun 13'ün ne olup olmadığı değil. tarihsel sıralamayla gidelim:

1. tutukluluk sürelerinin gündem değiştirme maksatlı bir kullanım aracı haline getirilmiş olması. lütfen yanlış anlaşılmayayım, elbette süre kısalmasın demiyorum. zamanlaması manidar diyorum. 2011'deki de öyleydi bugünkü de böyle.

2. herkesin ergenekon'a bağlanmış olması sebebiyle, zirve katillerinin dahi bırakılmış olması. bugün karşı gazetesinde barış terkoğlu'nun bu konuda bir yazısı var. kendisini severim/sevmem diyecek kadar okumuşluğum yok, ama bugünkü yazısı dikkate değerdi. özetle diyor ki, o kadar çok sanığı ve olayı, böyle bir operasyona hazırlık maksadıyla ergenekon'a bağlamış görünüyorlar. neden olmasın? öte yandan, bu fikre gerçekmiş gibi sarılmak da diğer sanıklar hakkında iyimser bir bakış haline geçmeye sebep olabilir. dikkat etmek lazım.

yine de, bu iddia çok ciddi ve üzerinde durulmaya çok değer. sedat peker'le ilker başbuğ'u, merdan yanardağ'la alparslan aslan'ı bir arada düşünmek kolay değil. bu bağlantılar ifşa edilmeden, olayın masumiyetine inanmak kolay değil.

3. mahkemenin "kanunu tanımıyorum" demesi nedir arkadaş ya? ha bana de ki "sen yürütmesin ben yargıyım ve bu yüzden kimse kimseye karışamaz" dese, haklı. ama buradaki durum farklı, mahkeme bir bakanlar kurulu kararını filan değil direkt kanunu tanımadığını belirtiyor.

acaba burada 13'ün öngördüğü sistem şu mu; cmk değişti tamam. dayanak ortadan kalktı. şu durumda bakanlık hsyk'ya kapatma önerisi vermeli ve hsyk da tamam deyip kapatmalı. mantıklı görünüyor.

ama işte uygulama şekline bakmak lazım. ben dgm'ler kapandığında bu işlerin nasıl olduğunu bilmiyorum, o yüzden kim haklıdır kim haksızdır diye karar verebilecek yetkinlikte değilim. 13 ağır'ın gerekçelerini bir tamam okumak ve konuyu bunlara göre tekrar düşünmek lazım.

şimdi acilen çıkmam lazım, 7 vapuruna yetişeyim ki 7.30'da boğa'da olayım.

çok sevgiler,
göksun.










11 mart 2014 salı, 14:24 itibariyle olan biten.

bu sabah çok fena uyandım, sensiz olmaz, sensiz olmaz...

ben zaten sabahları fena uyanırım çünkü geçireceğimiz gün belli. izafiyet teorisi hep fizikten gidiyor ama, bir günü türkiye'de geçirip ömründen 5 yıl kaybetmekle, aynı günü sakin ve düzgün bir bölgede yaşayıp ömrüne 5 yıl katmak gerçeği nasıl açıklanacak? fizikçilerin biraz sosyal politika filan da bilmesi lazım.

söğütlüçeşme'deyim, metrobüse yürüyorum. söğütlüçeşme parkı'nın etrafı, tcdd tarafından çitlerle kapatılmış durumda. park lan, park. insanlar gelip nefes alsın, ayakları toprağa değsin diye yapılmış bir yer. ama içinden geçemiyorsun. sadece belli giriş-çıkış noktaları var. çünkü senin kamun, sana yasak!

o çitlere asılmış aday afişleri var. ben zaten hiçbirine yakın değilim ama chp'ninkinin yüzü, allah affetsin, bana fena halde burhan kuzu'yu hatırlatıyor. hale bak ya diyorum, salt bir adamın korkusundan kalkıp içimize sinmeyen insanlara oy vermeye zorlanıyoruz. böyle demokraasi dostlar başına. umudunu tamamen iktidarın rezaletlerine bağlayan muhalefet mi olur? işte burada oluyor.

parka giriş yapıyorum. her yerde olduğu gibi, burada da suriyeli insanlar var. dileniyorlar, çünkü yapacak başka hiçbir şeyleri yok. bir de küçük kız çocukları var, herhalde 2.5 yaşında filan. incecik yağan yağmurun altında, pembe ayakkabılarıyla koşturup oynuyor.

o insanların yüzüne bakamıyorum. çünkü yok benim yüzüm.

ben ayağımda çizmem ve üzerimde paltomla işe giderken, onların orada dilenmemesi için hiçbir şey yapmazken, yok benim yüzüm.

fakat çocuk benim yanımdan, neredeyse çarpacak mesafeden geçince, artık kendimi tutamayıp ağlamaya başlıyorum. yüzüm yok, onun yerinde olan şey, her an akmaya hazır bir su birikintisi.

metrobüste ya kitap ya da tweet okurum. bu sefer seçimimi kitaptan yana yapıyorum. henüz olan bitenden haberim yok.

"neden artık yazmıyorum ki ben?" diye düşünüyorum, "ne güzel, geçenlerde geri dönmüştüm, neden tekrar bıraktım?"

bunu düşündükçe bile kalbim sıkışıyor. çünkü sedat peker bile bırakıldı. dün, adını sayısını dahi tutamadığım kadar çok insan ki bunlar hükümlü, pat diye sokağa salınıverdi. sabah aslında 1994'e filan uyandık. ya da yok ya, 94 de değil, daha kötü bir dünya. çünkü çıkanların "ötekileri" hala içeride. bir mahkeme meclisi tanımadı, ama haberleri doğru düzgün okumadım. "kardeşim sen yürütmesin bense yargı, benim kararıma karışma!" demişse haklıdır. bunu çoktan demiş olmalıydı zaten. haberle ilgilenirsem gelir onu da yazarım bilahare. (son dakika: yazıyı bitirmeden önce, hem bu konuda hem de kck tutukluları hakkında birer mail geldi. olay sırasına sadık kalmak için bu konuya aşağıda tekrar döndüm.)

son haftaların olaylarını şöyle bir gözden geçirdim, arkadaşım, gündem dediğin ömür alıyor, dayanamıyorum. daha bunun hdp linci var, berkin için hastane nöbetine gidenlere "müdahale" edilmesi var, var oğlu var.

sahi, berkin'e ne oldu acaba, dün kötü diyorlardı?

işe geldim, maillere bakıyorum. işte en dayanamadığım türden bir mail: açıktan söylenemeyen rte arabuluculuğu. böyle bir grup insan var; açıkça destekleyemiyorlar çünkü halen içlerine sinmeyen bir taraf var neyse ki, ama öte yandan gönülleri ısrarla ondan yana.

bu davranış modelini inanılmaz temelsiz ve manasız buluyorum. insan bu tavrı ancak ailesinden ya da dostlarından birine geliştirebilir çünkü. tam olarak "yapmış bir hata..." anlayışı bu. yapılan küçük (!) hatanın milyonlarca yuro ve onlarca can anlamına gelmesi bu insanları ilgilendirmiyor. hadi en yakın dostunun hatasını ailene affettirmeye çalışırsın bu makul ve yer yer gereklidir. fakat aynı tavır başbakana yönelince, insan arkasında elbette bir menfaat arıyor. öte yandan, aile ve dost örneğinde dahi, herkesin kırmızı çizgileri vardır ve o çizgiyi geçen tarafa rest çekilir. buralardaki çizgi ya yok, ya akıl almayacak bir yerde, ya da artık pembeleşmiş. bilemiyorum, allah affetsin.

o esnada "aaa... berkin..."

kalakaldım.

hiç beklenmeyen bir son değildi ama bu, berkin'in öldürüldüğü gerçeğinin etkisini azaltmıyor.

böyle günlerde, sosyal medyadaki arkadaşlarımızın rte arabulucusu ve sağ-sevici paylaşımlarını nedense göremiyoruz. sebebini sormadım ama sorsam "linç edilmekten korkuyoruz" cevabını alacağımı biliyorum. birden bire, sanki biz caniymişiz de, bu insanlar bizden korkup saklanma gereği duyuyorlarmış gibi olacak. ne mağdurluk arkadaş ya. bi bitmediniz. gerçi iyi de oldu, şu kafayla bir de sağ zırva hiç çekilmezdi. bu arada sol zırva olmazmış ya da sağ zırva demekmiş gibi bir düşüncem yok, öyle anlaşılmak istemem. ama bu konuda söylenecek olan saçmalıkları bir şekilde sınıflandırmam gerekiyordu. bunun için lütfen kusuruma bakmayın.

büyük troll'ler yine iş başındalar ama. mesela meryem gayberi. suriye'deki çocuklara üzülmeyenlerin berkin'e üzülmesini samimiyetsiz buluyormuş. http://i.hizliresim.com/xJy4gn.png

neyse ki bu sabah söğütlüçeşme'deki suriyeli çocuğu görmüşüm. yoksa berkin'e üzülemeyecektim. tez vakitte meryem hanım'a bir name yazıp, "berkin'e üzülme yeterlik koşulunu" sağladığımı bildirmeyi düşünüyorum.

twitter'da berkin'e ilişkin çok güzel ve acıklı paylaşımlar var. retweet'lerden filan bakarsınız zaten, şimdi tek tek anlatmayayım.

ama şunu görmeniz lazım: "belki vuran polisin berkin yaşında çocuğu vardır. o babanın eve getirdiği para, bu çocukların kanı.” http://www.radikal.com.tr/radikal2/cocugum_neden_burada_yatiyor-1161011

gözlerim sağda solda gezinirken, yeni şafak'ın "vicdan farkı" başlıklı haberini gördü. şu: http://yenisafak.com.tr/dunya-haber/vicdan-farki-10.3.2014%20-625014

suriye'de esma esad bir yerlerde bebek severken, başka bir yerde başka bebekler ölüyormuş. vay efendim esma esad çok duyarsızmış. (bu arada, gazete tabii ki esed diyor, bin yıllık kankalarının ismini yanlış biliyorlarmışsa demek ki.) o esma hanım'ın kendi sorunu ama, yeni şafak ve tabanı gerçekten bu kadar mı kör? mısırlı esma'ya ağlarken kendi ülkesinde 14 yaşında polis tarafından öldürülen çocuğu anmamak, gezi'de ölenlerden bu ölümü hak etmişler gibi konuşmak nedir? ben buna ağır terbiyesizlik diyorum.

ağır terbiyesizlik deyince, tam olarak aynı şey değil ama, bir de murat yetkin gerçeği var. efendim bugün çok ağır bir yazı yazmış, eh artık o adam da delirmişmiş tabii. buyrun: http://www.radikal.com.tr/yazarlar/murat_yetkin/benim_ekmek_almaya_cikan_kardesimi-1180618

valla murat bey, ne öyle diyen ne böyle diyen, ama bunu demezken bir ertuğrul özkök de olmayan, efendi bir köşe yazarı olmaktan ibarettir. yorumsuzdur, tarafsızdır, siyaseten doğrunun sözlük karşılığıdır.

fakat kusura bakmasın, bugünkü yazısını "delirmiş" olmasına filan veremiyorum.

neticede ana akım medya insanıdır. doğrudan kendisinin alo'su belki yoktur ama bu ona uzanan alo'lar olmadığını göstermez. ki bu alo belki çok uzaklardan geliyor da olabilir, üsluptaki ani değişikliğin sebebinin bu olmadığını kim bilebilir?

ortalık yıkılırken, murat yetkin'in berkin elvan üzerine aniden üslup değiştirmesi = abdullah gül'ün elvan ailesini daha dün arayıp adeta "acı var mı acı" diye sormuş olması. fark göremiyorum, üzgünüm.

o esnada maillere bakmaya devam ettim. kemal kerinçsiz de çıktı malum, gözümüz aydın. boş durmamış, "mustafa kemal'in askeri, mahmut esat bozkurt'un hukukçularıyız. mücadeleye kaldığımız yerden devam edeceğiz" demiş, eksik olmasın. nedense, aklıma 6-7 eylül'de beyoğlu'nda yağmacılıktan kendini kaybetmiş lüzumsuz vatandaşlar geldi.

derken bir tweet gördüm, adliyede bir kadın vurulmuş. türkiye, buna o kadar şaşırılmayacak bir yer ki. ciddiyim umursamadım ki bu umursamayış tek başına bir trajedidir. berkin tweet'leri okumaya devam ettim.

sonra yemeğe gittim. trt 1'de anket sonuçları vardı: tüik'e göre halkımızın %60 küsürü mutlu, %11'i ise mutsuzmuş. canlarım yhaaa...

allahtan yemekteki başka bir arkadaş kanalı değiştirdi. o kanaldaki alt yazıda gördüm, adliyede öldürülen kadın boşanma duruşmasından çıkıyormuş meğer. oğlu öldürmüş. oğlu. kendisinin doğurduğu. babasından boşanıyor diye.

artık iyice uyuşmuş bir şekilde yerime dönüp mail vs okumaya devam ettim. işte o esnada ve tam bunları yazarken, yukarıda sözünü ettiğim yazılar geldi.

13 ağır cezanın meselesi düşündüğümden çok daha uzun, onu ayrı bir post'ta yazayım. özetle;

- 13 ağır, özel yetkili mahkeme.
- özel yetkili mahkemeler kanun değişikliğiyle kaldırıldı.
- ellerindeki işleri devretmeleri lazım, yeni karar veremiyorlar.
- yani salıverilme taleplerini karara bağlayamazlardı. fakat bağladılar, red yönünde.
- sonracıma, "mahkemeler kanunla kapatılamaz" meselesi koptu.
- anayasa, gerçekten de mahkemelerin hsyk tarafından kapatılacağını düzenliyor.
- fakat adalet bakanlığı diyor ki, "o kapatma bu kapatma değil. buradaki durum farklı. kanunla kapatılmıştır ve konu kapanmıştır."

bunu biraz sonra ayrıca yazacağım. anlık düşünceyle içinden çıkılacak iş değil bu.

diğer konu ise kck tutuklularıyla ilgili. dün ortada çılgın gibi tahliye rüzgarı eserken, biliyoruz ki bu kişilere dönüp de halin nedir diyen olmadı. bugün ise, 91 kck tutuklusu için verilen tahliye talebi, kendi avukatları tarafından geri çekilmiş. şurada: http://www.taraf.com.tr/haber-kck-davasinda-91-kisinin-tahliye-talebi-geri-cekildi-150409/

"mahkemenizin 3 gün gibi kısa bir sürede 7 bin 580 sayfa iddianameyi, yaklaşık 500 klasörlük ek delilleri inceleyerek vermiş olduğu 2014/251 değişik iş nolu kararında belirtildiği üzere, tamamı tape kayıtlarından oluşan ve bir örneği adli emanette saklanan delillerin; müvekkillerce yok edilmeleri, gizlenmeleri ve değiştirmeleri yönündeki mahkemenizin endişesini paylaşmaktayız. ... pkk/kck örgütünün halen faaliyetlerine devam ediyor olması, müvekkillerin tahliye edilmeleri durumunda örgütün dağ kadrosuna katılabilecekleri yönündeki tespitler, sanık vekilleri olarak bizleri de endişelendirmiştir. ... bu nedenle mahkemenizin ve yargıçlarının gereksiz yere meşgul edilmemesi, yoğun iş yükü altındaki yargıçların daha fazla mağdur edilmemesi için ... dilekçemizden ve tahliye taleplerimizden vazgeçtiğimizi beyan eder, talebimizin kabulünü dileriz."

ve saat 14:24.

tek bir dakika çalışılamayan bir iş günü daha.

teşekkürler türkiye.