27 Ekim 2011 Perşembe

van darlanması

birkaç gündür deprem ve akabindeki toplumsal saçmalıklar hakkında yazasım var. densiz tv karakterleri, köylere günlerce ulaşılamaması, çadır için "bu kadar talep olacağını beklemiyorduk" diyebilen bi bakan... o da nası absürd bişey ya, 3-5 tane çadır koymuşlar oraya, sonra kalkmış "hmmm yetmeyeceğini düşünmedik" diyorlar.

ama o kadar mutsuzum, hem de o kadar mutsuzum ki, gerçekten yazamıyorum. zaten bunu da, ne kadar üzüldüğüme dair bir anı bırakmak için yazıyorum.

insanların başına gelenlere üzülmek başka bir şey. dün radikal'i ağlayarak okudum zaten.

geçen anda'yla markete gittik bir ton şey aldık gönderdik, şu işsizlikte gittim bi ton alışveriş yaptım. sonra (dün) yine yaptım ama onları henüz gönderemedim. evet bu beni sıkıntıya soktu, durduk yerde para harcayacak lüksüm yok. fakat diyelim ki ben evden atılır ya da tamamen parasız kalırsam, gidebileceğim bir sürü yer var. peki bu insanlar nereye gidecek?

işin bu boyutunu anlatmaya gerek yok zaten.

beni asıl faşizan boyutu yıktı. evet, resmen yıktı.

hakkari olayından sonra birtakım yaşam formları, "oraya sçsam bokuma üzülürüm" filan yazmıştı ya. "hakkari yıkılsın yerine aqua park yapılsın" diye bi feysbuk grubu kuruldu. şehrin dümdüz edilmesini isteyen o kadar çok ses çıktı ki. bayağı bayağı, füzeler tanklar gitsin, o dağları dümdüz etsin istedi insanlar.

bir de bunlar vatancı milletçi takılır. efendim vatanın bir karış toprağı filan... e abi bu ne? oyuncak mı vatan toprağı dediğin şey, "olmadı bu" diye bozup yeniden mi yapacaksın? üzerindeki tüm insanlarla? vermezsin ama yıkar mısın? ya seniniz ya kara toprağın mı?

hem madem o kadar tiksiniyorsun, ver kurtul demezler mi adama?

hadi o terör olayıydı. dünyanın en gereksiz insanları olarak tüm salyalarınızı akıtmanız için "sizin gözünüzde" gayet meşru bir ortamdı.

e bu deprem?

peki depremde bile "düşman kardeşlerden" birinin sçarken öbürünün sıvaması?

efendim o yardımlar pkk'lılara gidiyormuş. nereden biliyosun? pkk'lılar almasın diye orada insanları yardımsız bırakmayı nasıl düşünebilir bir insan ya?

ikincisi, olur abicim benim gönderdiklerimi alabilirler. hiç bozulmam, helal olsun. bugüne kadar öldürdünüz ne oldu, azcık da yaşatın. kaldı ki insandır, senin onlarla illa bir derdin varsa bunu başka türlü çözersin. böyle, "aman pkk'lılar almasın" diyerek tüm bir halkı karanlıkta bırakarak değil.

yazmicam demiştim ama yine kapıldım gidiyorum...

insanlarda, diğer insanları sıraya dizerek onlara kendi uygun gördüğü davranışı dikte ettirme güdüsü var. kodumun güdüsü. herkes istiyor ki, herkes sıraya girsin, parmak kaldırarak konuşsun, kılık kıyafet koduna uygun giyinsin, elinde sabıka kaydıyla dolaşsın. vs vs, örnekler çoğaltılabilir.

abi bu ne ya. bu nasıl bir toplum distopyasıdır ya.

bi de bunu, babası kendisine bi kere bağırsa evden kaçacak ergen ruhlular yapıyor bazen. ulan senin o insanlara yaptığın ne? "burada kuralları ben koyarım ve sen buna uyacaksın!" dediğin kurallar adamı yok sayıyor ama senin bunu görmen mümkün değil. çünkü bakmıyorsun ve dünyadan, ona bakmadığının farkında bile olamayacak kadar habersizsin.

van'daki kamyonlar yağmalanıyormuş. nolacağıdı, allahını seversen, nolacağıdı? insanlara günlerce tek bir yardım görevlisi gitmedi, tek bir somun ekmek götürülmedi. giden yardımlarda bile torpil döndü. napacaktı bu insanlar, sizin istediğiniz gibi sıraya girip sessiz sessiz bekleyecekler miydi? ya brak neyin kafasındasınız anlamıyorum ki. hayatında tek bir gün bile aç kalmamış, üzerine kitap bile düşmemiş insanlar kesiyor bu ahkamları. allah muhafaza, depremin yarısı kadar kötü bir durumda kalsanız sizi de görürüz, kimin neyine göz dikiyorsunuz. ben kendi adıma, hiçbir ahlaki sorumluluk konusunda söz veremem. insan sadece hayatta kalmayı düşünür hacı, ne yapmak gerekirse gereksin. bak diyorum ki hayatta kalmak diyorum. "şu çorbanın azcık tuzu da olaydı iyiydi..." değil, hayatta kalmak.

bir de kolilere bayrak koymalar, taş koymalar filan. o müge anlı var bi de. of nasıl insanlarsınız siz ya. bunu bile nasıl bir kin kusma olayına dönüştürüyorsunuz ya. eylem değil bu, deprem.

ha "öteki marjinaller" de kusura bakmasın ama, bir grup densizin sçtığını aynı densizlikle sıvadı.

yağma filan olayına tırnak kadar eleştirim yok, önce bunu netleştirelim.

bizimkilerde nasıl bir kürt düşmanlığı varsa, onların olumsuz örnek gösterilenlerinde de türk düşmanlığı var. olacak tabii, sen seni düşman görene dostum der misin? denmez ki.

fakat bu olay, aslında iki tarafın ilişkilerini gözden geçirmesi için çok iyi bir fırsat olabilecekken, bu arada kürt meselesinde "ilişkiyi gözden geçirmek" dedim ya aferin, biri sçtı öbürü sıvadı.

van belediyesi sırf kürtlerden yardım geldiğini filan yazmış mesela. bilmiyorum, yardımlar belki gerçekten de ağırlıklı olarak kürtlerden gidiyordur. "benden tek kuruş çıkmaz" diyen o kadar çok aciz var ki, yardımların daha çok kürtlerden geldiğini düşünmek gerçekçi de olabilir. fakat abicim sırf ben bi ton uğraştım senin için ya. beni niye harcıyorsun.

feysbuk'ta saçma sapan yorumlar var, kürtlerin de türkleri -aynen kendi aşağılandıkları gibi- aşağıladıkları.

halbuki selahattin demirtaş ne güzel dedi, "yardımlarda kardeşlik kokusu var" diye. tabi ki var, olmaz mı.

ama görünen o ki, bu ikisinin kardeş olası yok.

aman ya çok darlandım. dün akşamdan beri depresyondayım, sırf çok sevdiğim bir arkadaşım müge anlı'ya hak verdi diye. ne desem bilemedim. gayet aklı başında, sevmeyi sevilmeyi bilen, "insandan" haberi olan biri bunu diyorsa biz bitmişiz farkında değiliz dedim.

bu da son sözüm olsun, hoşgörü muhiblerinin en çok sevdiği o "ne olursan ol gel" sözü koşul içermez.
"gel ama..." dediğin anda aslında gelme demiş olursun.

göksun.
ağır mutsuz.

21 Ekim 2011 Cuma

Resmi Gazete - yasak eşya bulundurma suçu

Günaydın arkadaşlar,

Resmi Gazete bugün çok kalabalık. Bir sürü AYM kararı yayınlanmış.
AYM kararlarını basından takip etmiyorum, çünkü basını takip etmiyorum. Fakat böyle aynı gün on tane gerekçe yayınlanınca "hah bu kesin reddedilmiştircilik" oyunu oynamayı çok güzel öğrendim. Siz bana konuyu söyleyin, ben red mi kabul mü edildiğini söyleyeyim.

Mesela, atanamayan öğretmenler patır patır intihar ettiği için, sözleşmeli öğretmen meselesinin yasal dayanağının tabii ki iptal edilmemesi gerekir. Nitekim edilmemiştir. Gibi. Link: http://www.resmigazete.gov.tr/main.aspx?home=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2011/10/20111021.htm&main=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2011/10/20111021.htm

Sizin için seçtiğim iptal kararı ise, yine Ceza Kanunu'ndan, Hakkari Sulh Ceza Mahkemesi'nin başvurusuyla, ceza infaz kurumunda yasak eşya bulundurmaya ilişkin 297/2 hükmü iptal edilmiş. Hakkari Hakimi, "Suçta ve cezada kanunilik diyorsunuz ama, neyin yasak neyin serbest olduğuna da CTE Genel Müdürlüğü karar verir diyorsunuz. Somut olayda bulunan şey zarı bile olmayan bir tavladır, mahkumu bunu bilmek zorunda bırakamazsınız" demiş. Hak verip düzenlemeyi iptal etmişler. Link: http://www.resmigazete.gov.tr/main.aspx?home=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2011/10/20111021.htm&main=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2011/10/20111021.htm

Bir haber de işveren vekillerine gelsin, bu arada yeri gelmişken, işveren vekili olmak da -kimi zaman - nasıl bir boşa kürek çekme hissidir yarabbim... Hele ki iş hukukunu sadece bir kitap adı sanan şirketlerin toplu dosyalarında işveren vekilliği, angarya yasağına aykırı bir kere. Kusura bakmayın ama öyle. Neyse, biliyorsunuz ki benim asıl sinirim iş hukukuna değil ve bu konuda  hala doluyum, konuyu kapatıp karara geçiyorum...

Bakırköy 13 İş, işe iadelerin temyizinde Yargıtay'ın kararlarının kesin olmasına itiraz etmiş. Yargıtay ise bu itirazı haksız bulmuş. Gerekçeyi bekleyenler için: http://www.resmigazete.gov.tr/main.aspx?home=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2011/10/20111021.htm&main=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2011/10/20111021.htm

Haberlerimiz bu kadar. İlgilenenler için, Bankacılık Kanunu, 657 (bir tane daha), Sayıştay Kanunu, TÜBİTAK Kanunu falan filan derken daha bi ton karar var. 

İyi haftasonları,
Göksun.

18 Ekim 2011 Salı

Pardon, "idealizm" derken?

Sevgili günlük,

Sana daha önce, çok "adam sandığı" patronu tarafından tazminatı eksik ödenen ve üstelik de kendisine çemkirilen arkadaşımdan bahsetmiştim.

Bu arkadaş sonradan öyle bir çalışma yeri bulmuş ki, yani de desem nasıl nitelesem... Nitelemeden anlatayım en iyisi...

Baro'daki ilanlardan birini aramış ve akabinde görüşmeye gitmiş. Ofisin sahibi avukat hanım, kendi işini yapmak isteyen genç bir avukata gerçekten iyi imkanlar sağlıyormuş. Ofisini tamamen ücretsiz kullandırıyor, kendi işini de yapabiliyorsun, 3-5 bir şeyler de alabiliyorsun, falan filan. İyi yani.

Fakat bu avukat hanımın müvekilleri, bizim hanımkızın tam da en karşı olduğu yönde çıkmışmış... Bir de isimli misimli filan tiplermiş, yani öyle kıyıda köşede kalmış işler de değilmiş avukat hanımın işleri...

"N'aptın kabul ettin mi?" dedim, "Etmeyip n'apacaktım?" dedi. "Zilyonlarca solcu avukat tanıyorum, hepsi de çok güzel konuşurlar. Bu avukat hanımın verdiğinin yarısını bile verdiler de ben mi hayır dedim? Üzgünüm, hayat zor." dedi.

"Hayırlı olsun" dedim ve sessizce dağıldık.

17 Ekim 2011 Pazartesi

Normal bir adliye günü...

(Ağustostan kalma bir yazı.)

Geçen gün İzmir'de, tam anlamıyla "kompakt" bir adliye mesaisi geçirdim.

Sabah, saat 8.30'a yakın bir şeyler. Adliye'ye henüz girmedim, arkasındaki büfeden gazete alıyorum. Bu arada bilmeyenler için: İzmir Adliyesi civarında gazete bulabileceğiniz tek yer, adliyenin arkasında kırmızı bir köprü var, o köprünün ayağındaki küçük büfe.

Tam büfeden ayrılırken, orada çay içen iki abiden biri telefonda anlatıyor: "Abi sen sabah gel, cenazeni benden tertemiz al. Kefenini filan da vericem ben sana abi."

Araba satıyo mübarek. Bayandan az kullanılmış temiz. Hayat çok tuhaf kefenler filan...

Bunu düşünerek adliyeye girdim, normal işler, baro pulu al vekalet harçlandır filan. Duruşmalarımın biri 1. katın sol ucunda, diğeri 3. katın sağ ucunda. İkisinde de sıralarımız yakın, ikisinde de sıra aynı hızda ilerliyor. Bir ona gidiyorum bir ona. Asansör de bekleyemem, "nalet" bir tezcanlılığım var çünkü. Onu bekleyesiye iner çıkarım ben.

Allam bi yukarı çık sıram gelmiş mi kontrol et, mübarişi bul "Bak sıram gelirse öbür taraftayım ben ha, unutma beni" filan de, beklemesi için davacı vekilini ara ama telefonu kapalı olsun, aşağı in tam sıra sana yaklaşmışken önündeki celsede tanık dinlensin sonra tekrar yukarı çık, aman ya...

Omzumda da nereden baksan birkaç kiloluk dosya mosya bişeyler var.

Var ya, suyum çıktı. Ama resmen, elbise üstüme filan yapıştı, bildiğin suyum çıktı. Allahtan davacı vekilleri iyi insanlar, biri Hülya zaten. Beklemiyoruz deseler n'apacaktım?

Duruşmalarımdan biri 9.30 öbürü 9.40 olmasına rağmen ben çıkabildiğimde 11'i geçiyordu. Ve o arada neredeyse hiç oturmamış, sürekli mahkemeler arası koşturmaya yapmıştım...

Tam kapıdayım çıkıyorum, dışarıda birkaç el silah patladı. Kurusıkı mı değil mi bilmiyorum, ben ayıramam onları. Millet koşuyor o tarafa filan... O kadar umursamadım ki. Umursayacak halim o kadar yok ki.

Zaten yine koşarak, Karşıyaka Adliyesi'ne gittim. Toplu dosyalarımız var, kararlarını tebliğ alıcam. Tabi saat 11.55 olduğu için Müdire Hanım haklı olarak öğleden sonraya attı beni. Peki. Sırtımda bohçamla bir Karşıyaka öğleninde klimalı yer aramaya başladım. Burger King buldum, en klimalı en sakin yer orasıydı.

Sonra efendim 17 dosyanın bakiye karar harcı, tebliğ alma imzası filan... Bir de temyiz postası eksik çıkmasın mı... Ensar Abi'ye telefon ettim hemen gönderebilirsen yatırayım diye. Tamam bakarız dedi, bir daha ses çıkmayınca ben de sandım ki yatırmadı. Diğer işlerimi bitirip, koridorda bir köşede nefesi bitmiş bir halde oturup, neşemi artıracak birkaç telefon görüşmesi yaptım. Adliyeden çıktığımda saat 3'ü geçiyordu, yani son on dakikayı saymazsak yine 2 saattir filan bilfiil ayaktaydım.

Tanrı çok enteresan davranıyor bazen, kimi tersliklerin hikmetini gerçekten sorgulamamak lazım.

Havaalanına dönecektim artık. Adliyenin önünde klimalı bir taksi vardı, el ettim ama bana durmadı. Başta taksi de bulamadım ve -arabanın klimalı olduğunu da düşünerek- bayağı söylendim. E madem yürüyeyim dedim, Kemalpaşa Caddesi'ne girdim, iskelenin oradan taksi bulmayı düşünerek. Sağdaki İşbankası'nı geçtim, fakat tam caddenin sonundaki İşbankası'nın önünden geçerken, üzerimdeki paranın yetmeyebileceğini düşünerek para çekeyim dedim.

Para yatmış, temyiz posta masrafı için.

Napim şimdi?

Görmemiş gibi yapıp taksiye binip eve mi döneyim? Gerçekten de görmemiş olabilirdim, bunu kimse sorgulamaz.

Ya da parayı görüp dönmüş olayıp ama UYAP mı çalışmıyor olsun? Bu son derece sık görülen bişey, bunu da kimse sorgulamaz.

Amaaan dedim, kov solunda uçuşanları. Sonuç itibariyle senin bu işi yapman lazım. Paşalar gibi yapacaksın.

Tüm yüküm ve yorgunluğumla o yolu geri yürüyüp, 17 ayrı dosyaya masraf kestirip hepsini bi güzel ödedim. Ama tüm bu toplu dosya merasiminde Karşıyaka 1. İş'in çabası çok başkaydı, gerçekten başka bi kalem olsa ben bu işi bu kadar makul bir sürede yapamazdım. Müdire Hanım sağolsun elindeki işini bırakıp tüm dosyalarla teker teker ilgilendi.

En nihayet, saat 4'ü geçiyorken ayrıldım adliyeden. Uçağım 5.25'teydi.

*
Bunu bu kadar yazıp bırakmışım. Te Ağustos başından kalmış.
Muhtemelen yazarken bile içim sıkıldığı için bırakmışımdır. Şimdi tamamlayayım desem, hikayenin gerisini hatırlamıyorum.

İşte bu işler böyle. Siz hayvan gibi koşturursunuz, aman şunu da yapayım aman bu da bitsin diye her tarafınızdan ter akıtırsınız, üç gün sonra patron kalkıp "İnsanların senin burada bir yıl çalışıp tazminat alabilmen için gösterdiği çabayı görmezden geliyorsun" der. Sonra da efendim iş hukuku, efendim siz benim arkadaşlarımsınız, falan filan.

İş hukuku diyo ya.

14 Ekim 2011 Cuma

Yeni Usûl Kanunumuz - Etkisinden Kurtulmak Ne Mümkün...

Yeni kanunlarımızdan HMK, memleket gerçeklerinden bihaber büyüklerimizin bu cehaletini gözümüze sokar cinsten. Ya da belki her şeyin farkındadırlar ki bu da durumu iyice vahim yapar.

Güzel yenilikler, güzel olmayan yenilikler, güzel görünüp de aslında işleri feci karıştıracak apayrı yenilikler... Ortalık darma duman. Ekşisözlük’te “venusteki limon agaci” rumuzlu yazarın dediği gibi, “yargıyı hızlandıracağı hiç kuşkusuz lakin patika yolda 160’la gitmekten gayrı bir şey olmayacak...”

Benim çıkardığım anafikir ise şudur, yargı sistemi bizi "istemediğini" gözümüze bu kadar sokamazdı. Yani adliyenin girişine "Allahaşkına gelmeyin, gidin dışarda kavga edin" diye pankart asılsa bu kadar olmazdı.

Harç ve gider avansı meselesi, uzlaşmaya özendirme, yok uzlaşılamazsa duruşmanın sadece uzaşılamayan noktalar ekseninde devam etmesi, ön inceleme zamazingosu ile duruşmaların 1.5 sene sonrasına verilecek olması, hatta kimi zaman duruşma bile yapılmadan dosya üzerinden karar verilebilmesi, temyiz duruşma sınırının yirmi binden 60 bile çıkması, vs vs vs...

*
Elimde Ejder Yılmaz’ın konferans notları var. 24 Eylül’de Adana Barosu, Ejder Hoca ile HMK konusunda bir konferans düzenlemiş. Daha da iyisi, konferans notlarını programdan birkaç hafta önce bastırarak tüm avukatlara göndermiş. (Ben Adana’ya Eylül başında gittiğimde aldım, daha 3 hafta vardı.)

Bizimkiler hala para peşinde...

Notlarımı da, Hoca’nın konuyu aktardığı sırayla paylaşacağım. Zaten kendisi de Kanun’daki sırayı takip etmiş. O yüzden, görevle başlayalım.

Yalnız ben her şeyi almadım, kendimce en önemli olduğunu düşündüklerimi aldım, onu da belirteyim konuya girmeden...

*
Görev

- Artık asliye hukuk görev sınırı kalkıyor. Malvarlığı davalarında, dava konusunun değer ve miktarına bakmaksızın asliye hukuk mahkemesine gidiyoruz.

Bu bence gayet mantıklı. 6.950 TL Sulh’e gidip basit yargılanırken, 7000 TL Asliye’ye hem de duruma göre Ticaret’e gidip seri yargılanıyordu. İyi olmuş. Bir de tabii efendim kısmi davada alacağın ne kadarı çekişmeli, hangi kısmı göreve esas alacaksın, amaaan bi ton iş.

- Kira hukukuna ilişkin tüm davaları ise artık Sulh’te açıyoruz. Sadece taşınmaz kirasındaki tahliye takibi hükümleri ayrık tutulmuş. Yeni Kanun’da Sulh’e giren diğer işler şöyle:

(HMK/4)
b. Bir mal veya hakkın paylaştırılmasına ve ortaklığın giderilmesine ilişkin davalar
c. Sadece zilyetliğin korunmasına ilişkin davalar
d. Kanun’la Sulh Hukuk’un görevlendirildiği diğer davalar.
(a kiraydı zaten.)

B ve c bentlerinin başında mal kelimesinde önce “taşınır ve taşınmaz” ifadesi de var. Özellikle belirtmişler ki, taşınır veya taşınmaz olmayan diğer mal kategorisini bu kapsamda değerlendirmeyelim.

- Sulh mahkemesinin, görevini düzenleyen maddede belirtilmeyen başka bir görevi daha var. HMK 383’e göre, artık tüm çekişmesiz yargı işlerini Sulh’e götüreceğiz.

- Bir yeni görev de Asliye’ye getirilmiş. HMK 3’e göre, her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün zarar görmesine veya ölüme bağlı tazminat davaları asliye hukukta açılır.

Bu eylem ve işlemlere, askeri nitelikli olanlar da dahil.

*
Yetki

- HUMK 10’da olan “sözleşmenin yapıldığı yer mahkemesi” yeni Kanun’da yok.

- Sigorta sözleşmelerine ilişkin özel bir madde var, HMK 15. Üçüncü fıkrada deniz sigortaları kapsam dışı bırakılmış. Fakat enteresan olanı, henüz yürürlüğe girmeyen yeni TTK’da deniz sigortası hükümleri yokmuş. Ejder Hoca’nın yalancısıyım, ben henüz incelemedim.

- Artık her canı isteyen yetki sözleşmesi yapamıyor. 17’ye göre, yalnızca tacirler ve kamu tüzel kişileri yetki sözleşmesine taraf olabilirler.

Bunun gerekçesi, özel hukuk tüzel kişileri ve gerçek kişilerin, diğerleri karşısındaki güçsüz konumu olarak belirtilmiş. Yani artık büyük şirketler önümüze matbu sözleşmeyi dayayıp bizi yetki sözleşmesine mecbur bırakamayacaklar. Borçlar Kanunu’nun genel işlem şartına ilişkin düzenlemeleriyle birlikte düşünüldüğünde, hukuk politikası açısından son derece tutarlı ve anlamlı bir düzenleme.

Ama Türkçesi zayıf. “Yalnızca ... yetki sözleşmesi yapabilirler” dendiği zaman, sanki bir tacirle bir gerçek kişi arasında sözleşme yapılabilecekmiş gibi olur. Bunun yerine, benim yukarıda kullandığım “Yalnızca ... taraf olabilirler” ifadesinin daha uygun olduğunu düşünüyorum.

- Yetki sözleşmesiyle belilenen yer, artık seçimlik değil kesin yetkili oluyor.

E olsun da zaten. Hem “yetki kamu düzeninden değildir” deyip hem de sözleşmeyle belirlenen yeri “ama efendim kamu düzeni...” diyerekten dikkate almazlık etmek mantıklı değil. Taraflar yetkide anlaşıyor, sonra biri gidip Kanun’da başka yer de yazıyor diye davayı gidip orada açıyor, şimdi çakallık değil mi bu afedersin?

- Görevsizlik/yetkisizlik üzerine dosyayı göndermeyi talep etmenin süresi artık on gün değil, iki hafta. Zaten artık tüm süreler iki hafta.

*
Hakimin Sorumluluğu

- Artık hakimlere doğrudan dava açamıyoruz. Devlete açacağız. Herhangi bir memura açar gibi.

Yargı meselesi böyle böyle hallolundu.

*
İhbar ve Müdahale

- Asli müdahale uygulamada vardı ama kanunda yoktu. Artık var.
- İhbar edilen, artık ihbar edenin değil diğer tarafın yanında da olabiliyor.

*
Avukata Özel Yetki Verilmesi Gereken Hallere Yapılan Eklemeler

Hakem sözleşmesi yapma
Konkordato veya sermaye şirketleri ve kooperatiflerin uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırılması teklifinde bulunma ve bunlara muvafakat verme,
Alternatif uyuşmazlık çözüm yollarına başvurma
Hakimlerin fiilleri sebebiyle devlet aleyhine tazminat davası açılması Md.74

Hakimleri bu şekilde de koruyalım demişler. Özünde iyi bir şey de, amacı tartışılır.

*
Teminat

Eğer teminat süresi içinde yatırılmazsa dava usûlden reddedilmiş sayılacak. Md.88

*
Süreler, Eski Hale Getirme, Adli Tatil

- Bi kere tüm süreler 2 hafta artık.
- Birden fazla kez eski hale getirmeye istenebiliyor.
- Sulh mahkemeleri de Adli Tatil’e alınmış.

*
Dava Çeşitleri – Feragat

- Belirsiz alacak davası diye yeni bir dava türümüz var.

Bunun kısmi davadan farkını bilmiyorum anlamadım. Fakat bu davayı açmak için, dava açılmak istenen miktar veya değerin tam olarak belirlenmesinin objektif olarak belirlenememesi şartı var. Eğer bizim pilot davalar da bu kapsama giriyorsa, yandık o zaman.

- Kısmi davada kalan kısımdan feragatin açıkça belirtilmesi gerektiği, kısmi davanın kalan kısımdan feragat anlamına tek başına gelmediği düzenlenmiş. (Yani bu durumda kısmi davayı hala açabiliyoruz. O zaman belirsiz alacak davası ihdasının amacı ve işlevi ne?)

İşte bunu çok sevdim. Ejder Hoca, “öğretinin çoğunluk görüşünün ve Yargıtay’ın yerleşik kararlarının aksine...” demiş ama, ortada bir İstanbul Hukuk faktörü var. Vaktiyle “Ya bizi bi doktrin tartışmalarıyla neden yıpratıyorsunuz” diye isyan etmişliğimiz çoktur, ilk defa faydasını gördüm. O fayda ne derseniz, “Biz zaten öyle olması gerektiğini hep söylüyorduk” deme lüksü.

- Topluluk davası diye de yeni bir dava türümüz var.

Dernekler ve diğer tüzel kişiler, üyelerinin veya mensuplarının yahut temsil ettikleri kesimin korunması için dava açabiliyor.

Burada anlamadıklarım var, birincisi, e bunu zaten tüzel kişilerin temsilcileri yapamıyor muydu?

İkincisi, “temsil ettikleri kesim” nedir? Üye ya da mensup değil, onu anladık. Ama ne? Gerçekten anlamadım. Mesela AKP %49 nokta küsür seçmeni temsil mi etmektedir? Nedir?

*
Dava Şartları – İlk İtirazlar

- 114 ile, bildiklerimize ek yeni dava şartları getirilmiş:

Gider avansının yatırılması (Şu ÇHD’nin iptali için dava açacağı avans.)
Teminat gösterilmesine ilişkin kararın yerine getirilmemesi
Derdestlik. (İlk itiraz değil miydi eskiden?)

- İlk itirazlar ise, 115’te,

Yetki
Tahkim
İşbölümü.

Başka ilk itiraz yok. Yerleşim yeri, derdestlik, kanuni noksanlık vs. ilk itiraz değil artık.

- Bu konuda en sevdiğim hüküm: dava şartları ve ilk itirazlar, ön incelemede karara bağlanmak zorunda. 138.

*
Yazılı Yargılama Usûlü

- Dava artık harcın ödendiği değil dava dilekçesinin kaydedildiği tarihte açılmış sayılıyor.

- Dava dilekçesinde 119/2’nin aradığı eksiklikler var ise, hakim bir haftalık kesin süre veriyor; eğer bu kesin süre içinde tamamlanmazsa dava açılmamış sayılıyor. Aynı şey cevap dilekçesi için de geçerli, bu sefer de cevap vermemiş sayılıyoruz.

- Delillerimizi dava dilekçesinde belirtmeli, üstelik hangi delilin hangi beyanımızı ispat edeceğini de yazmalıymışız.

Bunu yaparken, karşı tarafın cevap dilekçesini görmemiş olacağız. Gerçi şimdi de pek çok zaman görememiş oluyoruz ama insanı peşinen bu kadar sıkıntıda bırakmak bana sevimli gelmiyor. Eğer cevabı –ve haliyle karşı tarafın delil listesini- gördükten sonra ek delil sunabiliyorsam ne ala. Ki neden sunamayayım... Aksi takdirde dünyanın en saçma şeyi olur bu.

- Dava açarken tüm harç ve gider avansını yatırmak zorundayız.

Ya tamam da, diyelim tanık dinlenmeyecek bir dosyada tanık deliline dayandım, masrafımı da verdim, ama dinlenmedi. Ne olacak?

Keşif yolluğunu yatırdım ama keşif yapılmadı?

Daha, 100 lirayla açılacak davanın kaç yüz liraya çıkacağını hesaplamıyorum bile. Ya adam zaten işçi, 3 aydır alamadığı için dava açtığı maaş zaten asgari ücret, sen bu insandan alacağı kadar harç yatırmasını nasıl istersin?

Böyle bir şey olabilir mi ya?

- Karşı tarafın açık rızası halinde taraf değişikliği yapılabiliyor.

- Taraf gösterilirken yapılan maddi hataların düzeltilmesi için ise karşı tarafın izni gerekmeksizin hakim kararı yetiyor.

- Cevap süresi iki hafta. Dedik ya, süre dedin miydi direktoman iki hafta. Mesela replik ve düplik için de öyle.

- Süre uzatım ise, artık öyle duruşma gününe kadar filan olmuyor. Bir ayı geçmemek üzere oluyor ancak.

- Ön inceleme diye bişey geldi. Duruşmalı filan hem de.

Öyle bir aşama ki bu, bitmeden tahkikata geçilmiyor. Hatta, ön inceleme bitmeden ve gerekli kararlar alınmadan tahkikata geçilmesi hakimin sorumluluğunu gerektiriyor.

Çok güzel de, nasıl olacak ki bu? Şimdi nesela, dosyaların tensip kararları ve zabıtları, hakimlerin derin incelemeleri neticesinde mi çıkıyor? Hakim dava şartlarına bakacak, sonra verecek matbuyu verecek matbuyu... Sorumluluğu nasıl çıkaracaklar bilemiyorum.

- Ön inceleme, dilekçelerin karşılıklı olarak verilmesinden sonra yapılıyormuş. Şimdi bu şöyle mi yani, dava ve cevap dilekçeleri karşılıklı tebliğ edilecek, sonra ön inceleme başlayacak, en sonunda da duruşma günü mü verilecek? Dilekçeler derken, replik düplik de bunun içinde mi? (Bu konuda fikir edinmek için bkz. aşa. 141)

Davayı açtıktan 1.5 sene sonra filan olacak yani duruşma. Benim en net anladığım bu.

- Ön incelemeye geçince, taraflar sulhe veya arabuluculuğa teşvik edilecekmiş.

İşte koca HMK’nın anafikri budur arkadaşım. Harçlar zaten pahalı, bir de tüm masrafları peşin alıyorsun, duruşma gününü de 1.5 sene sonraya veriyorsun ki, vatandaş bıksın ve “Tamam ulan yeter ki bitsin şu iş” diyerek sulhe arabulucuya razı olsun.

Vaktiyle devletin “Uğraşma, uzlaş” sloganı için de söylemiştim, “devletin kendi kendisiyle başa çıkamadığına dair daha büyük bir ironi olamaz” diye. Önceki beyanlarımı tekrar ediyorum. Devlet yargı mekanizmasını doğru düzgün işletemeyince, “E madem arabuluculuk diye bir nane çıkaralım, herkes işini nasıl çözüyorsa çözsün” diyor tam olarak.

Bir “ihkak-ı hak yasaktır” vardı, ne oldu ona?

- Ön inceleme oturumda eğer taraflar anlaşamazlarsa, anlaşmazlık noktalarının ne olduğu tek tek tutanağa geçirilecek. Tutanakta yer almayan hususlar, tahkikatın konusu olmayacak.

Bu ne şimdi? Hayır yani amaç ne? Gerçekten soruyorum, kuru muhalefette bulunmak istemiyorum çünkü.

ABD filmlerinde gördüğümüz davalı ve vekilinin, davacı ve vekilinin artı elbet bir de hakimin bulunduğu “ön inceleme toplantıları” mı giriyor hayatımıza? Artık biz de mi pazarlık edeceğiz, bizim de mi toplu tazminat davalarımız olacak? Ne kadar mutlu oldum anlatamam.

- İddia ve savunmanın değiştirilmesi yasağında önemli değişiklikler var! 141.

Maddeyi aynen alıyorum çünkü çok önemli:

“Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleriyle serbestçe, ön inceleme aşamasında ise, ancak karşı tarafın açık muvafakati ile iddia ve savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilir. Ön inceleme duruşmasında taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmezse, gelen taraf onun muvafakati aranmaksızın iddia veya savunmasını genişletebilir. Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez.”

Şimdi,

1. Dava, cevap ve replik/düplik’i gönderdik. Replik’te davayı, düplik’te cevabı istediğim gibi değiştirebiliyoruz.
2. Ön inceleme aşaması bu dilekçelerin tamamlanmasından sonra başlıyor, bu aşamada ancak karşı tarafın rızasıyla değiştirebiliyoruz.
3. Fakat karşı taraf ön inceleme duruşmasına mazeretsiz olarak gelmezse de yine değiştirebiliyoruz.
4. Duruşma safhasında ise, karşı tarafın muvafakati olsa da değiştiremiyoruz. Oyuncak değil bu tabii. Başta istediğimiz gibi değiştirdik, hevesimizi aldık, davayı süründürecek neyimiz varsa ortaya döktük, şimdi ders vakti.

Bir de, “mazeretsiz katılmamak” dediğin şey çok su kaldırır. Başka yerde duruşman olduğu zaman, o duruşmaya ilişkin davetiyeyi ya da duruşma gününü gösteren duruşma zaptını eklediğin zaman bile hakim kabul etmeyebiliyor. “Ofisinizde başka avukat yok mu, başkasını gönderin” diyen hakimler var. Böyle bir hakime çattık diye, karşı taraf istediği gibi mi takılacak? Hadi hakimin o gün mazeret kabul etmezliği tutarsa, bir sebepten? Aferim.

- Hak düşümü ve zamanaşımı süreleri meselesi, tahkikat öncesi karara bağlanmak zorunda. 142.

İşte bunu gerçekten sevdim, şu koca kanunda belki de en sevdiğim madde bu oldu. Ya arkadaş, cevap dilekçesinde basbas bağırıyoruz “zamanaşımı diye bir şey var” diye, hakimler buna rağmen gözümüzün içine baka baka esasa giriyor. Hala bilirkişi, hala rapor... Efendim esasla birlikte karar verecekmiş. Yahu zaten benim dediğim şey esasın “varlığına” ilişkin, sen daha neye karar veriyorsun, neyin peşindesin? Bir anlasam... Bakalım bu madde işleri değiştirecek mi.

- Zamanaşımının ıslahla öne sürülebileceği düzenlenmiş. İyi olmuş gerekliydi. 176

- Islah halinde yeni dilekçe verme süresi üç günden bir haftaya çıkarılmış.

- Kötü niyetli ıslahın dikkate alınmayacağı düzenlenmiş. 182.

Hacı kötü niyetli ıslah ne ya? Nasıl olur ki bu? Hem ben karşı tarafın iyiliğini neden düşüneyim ki, husumet yöneltmişim adama? Biri bana anlatsın.

- Hukuka aykırı delilin tespiti halinde, diğer taraf bu yönde itiraz öne sürmese dahi delilin caiz olmadığına karar verilecek.

Bizim hakimler çok güzel uygular bunu gerçekten.

- Delil sözleşmesi konusunda yine tacir aleyhine değişiklik var. 287

Taraflardan birinin ispat hakkının kullanımını imkansız kılan veya fevkalade güçlendiren delil sözleşmeleri geçersiz olacakmış. 287/2

İyi olmuş. Şimdi son duruma bakalım: Yeni BK’ya göre genel işlem şartı kullanamıyorlar, HMK’ya göre de hem yetki hem delil sözleşmesi yönünden kısıntılar var. Oh, müstehak.

- Senet dışında “belge” diye de bir şey gelmiş. Senet ve diğer yazılı delil türlerinin üst kimliği mahiyetinde. Bkz. 199

Yazılı veya basılı metin, senet, çizim, falan filan, fotoğraf, görüntü, ses kaydı, yani ne varsa belge olabiliyor. Ama öte yandan, başındaki “yazılı” kaldırılmışsa bile “delil başlangıcı” diye bir şey hala var? Senet ayrı delil başlangıcı ayrıysa belge diye bir üst başlığa ne gerek var ve daha önemlisi, belge maddesinde sayılanlarla delil başlangıçlarının ne farkı var? Bu konuda hiçbir fikrim yok.

- Bilirkişi raporuna itiraz süresi iki hafta olmuş. 281.

- Ouuvvv işte, devletimizin paralıdan taraf olduğunu gösteren bir madde daha. 293

Eğer avukatımız ve bilirkişiler dışında, dava konusunda uzman birilerini bulursak, bu uzmandan mütalaa alabileceğimiz gibi, kendisini duruşmaya getirip dinletebiliyoruz da.

(Bazı) Hocaların davalar için verdikleri mütalaalara yönelik gizli bir tarifeleri vardı zaten. Şimdi yasal oldu bunlar. Bir hoca ya da uzman bulup da parada anlaşamayanın kendi sorunu, bizi ilgilendirmez.

*
Basit Yargılama Usulü

- Öncelikle şunu bilelim, HMK’da iki usul var. Basit ve yazılı.
- Basitte ön inceleme sanırım yok, yani öyle bir şeyden bahsedilmemiş.
- Cevap dilekçesini iki hafta içinde veriyoruz.
- Ön inceleme safhası olmadığından, dava değiştirme yasağı davanın açılmasıyla, savunmayı değiştirme yasağı ise cevap dilekçesinin sunulmasıyla başlıyor.

- En fantastik olanı, mahkeme eğer “öyle uygun görürse” duruşma günü vermeden dosya üzerinden karar verebiliyor.

Valla ben hakim olsam, bariz işe iadelerde hiç duruşma günü filan vermem. Zaten madem tüm deliller cevapla sunulmayacak mı, işletmesel kararı ve şirket bilançolarını sunabiliyorsan cevapla sun, yok olmuyorsa çat diye işe iade kararına razı ol. Ama bu işler böyle olmayacaktır, orası ayrı.

Davalı vekili “savunma hakkının ihlali” diye temyiz eder, 21. daire temyizi yerinde görür kararı bozar, dava yerel mahkemeye geri gider, duruşma günü verilir. Bu aşama zaten iki sene. 1.5 sene de yargılama sürer, etti sana 3.5 sene. Diyorum ki “olaylar olaylar.”

Biri de çıkıp demiyor ki “Yau kıdem tazminatını kaldırmaya çalışıyoruz, bari işe iadeyi düzgün yapalım...” Niye desin ki? Bunların kafası ancak mesaiyi 6’da başlatmayı düşünmeye yetiyor.

- Basit usûl davalar iki duruşmada tamamlanacakmış. Duruşmaların arası 1 aydan fazla olmayacakmış.

Sanırım bu bir “kopyala+yapıştır” hatası filan. İsviçre’nin 1-2 milyon nüfuslu bir kantonundan almışlarla, normal.

- Davaları artık sadece tek bir kere yenileyebiliyoruz! 320/4. O yenilemeden sonra tekrar takipsiz bırakırsak dava açılmamış sayılıyor!

*
Kanun Yolları

- Temyizde üç bin lira olan duruşma sınırı 60 bine çıkarılmış.

Yargıtay diyor ki “Sakın gelme, sözlerim kayıp...”

- Karar düzeltme yolu yeni kanunumuzda yok! İstinaf gelecek diye tashihi koymamışlar ama bu istinaf da Godot oldu öte yandan. Bakalım o gelene kadar bizim tashih gerektiren davalar ne olacak.

Arada ziyan olan “kobay dosyalar” için de “eğitim zayiatı” derler artık.

*
Geçici Hukuki Korumalar

- İhtiyati tedbir talebinin reddi halinde kanun yoluna başvurma hakkımız düzenlenmiş. 391/3.

O yol temyiz ise gerçekten çok etkilendim, çok işlevsel olmuş.

- Devletin teminat yatırmaktan muaf olduğu madde çıkarılmış.

- İhtiyati tedbir uygulanmasının bir hafta içinde uygulanması zorunluluğu getirilmiş, aksi takdirde karar kendiliğinden ortadan kalkıyormuş.

- Tedbir sebebiyle menfaati zarar gören kişiler de tedbir kararına itiraz edebileceklermiş. İtiraz üzerine verilen karara karşı kanun yolları bile varmış. Uuu beybi.

- İhtiyati tedbirden sonra dava açma süresi on günden iki haftaya çıkarılmış.

- Haksız ihtiyati tedbirden kaynaklanan tazminat davası açabiliyormuşuz artık. Fakat bir yıllık zamanaşımına tabiymişiz. Süre, hükmün kesinleşmesinden veya tedbir kararının kaldırılmasından itibaren başlıyormuş.

*
Benden bu kadar. Sırada TTK var ama o çok fazla uzun biliyorsunuz, herhalde 3-5 aya ancak okur da yazarım :)

Çok sevgiler,
Göksun.

6 Ekim 2011 Perşembe

"Davalar neden uzuyor?" diyenlere cevap...

Sevgili günlük,

Geçenlerde bir ceza dosyası inceliyorum. Mahkeme dosyası.

Aynı maddi olaya ilişkin bir de hukuk davası açılmış. Ceza mahkemesi, Nisan 2010'da hukuk dosyasının celbine karar vermiş.
Hukuk mahkemesi, Ceza'ya "biz o dosyayı 20../abc numaralı savcılık dosyasına gönderdik" diye cevap vermiş.
Ceza mahkemesi de bunun üzerinde, Savcılık'a yazı yazıp dosyayı oradan istemiş.
Savcılık dosyayı bulamadığını, dosyanın kayıtlarda gelmiş göründüğünü ama fiilen mevcut olmadığını söylemiş.
Ceza mahkemesi bu kez savcılığa, "o zaman bulur bulmaz bize gönderin" diye yazı göndermiş. Ama dosya ondan sonrasında da bulunamamış.

Haziran 2011'e geliyoruz. Tekrar söylüyorum, tam 14 ay sonrası.

Mahkeme, dosyayı okuyan herhangi birinin ilk bakışta rahatlıkla göreceği bir şeyin ancak farkına varıyor.
Evet. Aranan hukuk dosyasının gönderildiğini savcılık dosyası, zaten bu ceza davasının esası olan soruşturma dosyası.
Ve yine evet, mahkeme dosyasının hemen altında savcılık dosyası var, hukuk dosyası da soruşturma dosyasının içinde.

Ve hakim bunu o an o celsede fark ediyor.

On dört ay diyorum.


TBB memnun da İstanbul mu olmayacak?

Merhaba,

Size de TBB Bülteni geliyordur. Bakmam aslında ama bu seferkine bakasım tuttu. 
En Sayın Başkan ve diğer birtakım sayın başkanlardan oluşan bir heyet, Çağlayan'ımızı ziyaret etmişler. 
Bunlar da x-ray cihazının yanında ölümsüzleştirilen mutluluk anları:


*
Girerken sicil numaranızı verince çantanızı aramıyorlar ya, ben buna gerçekten razıyım. Çünkü olumlu bir sonuç alınabileceğine gerçekten inanmıyorum. Ki bu benim umutsuzluğum değil, avukatların umarsızlığı.

Endişem, 3-5 gün sonra "Tamam güldük eğlendik şimdi ders vakti..." denerek paşalar gibi x-ray'den geçirilmek.

Nasip kısmet tabi hep bunlar.

Çok sevgiler,
Göksun.

4 Ekim 2011 Salı

Eşini terk etmek isteyenleri böyle alalım...

Günaydın herkese,

Bugünkü Resmi Gazete'ye göre, veraset ilamını artık noterden alabiliyormuşuz. Ayrıca Av. Barış Abla'dan (Aybay) edindiğimiz bilgiye göre de, tek suret 70 dört suret 102 liraymış.

Artık bir veraset ilamı için haftalarca beklemeyeceğiz ey ahali. Ama hizmet istiyorsan çık paraları.
("Murisin ölmeyivereydi, biz mi şeyettik?")

Ayrıca bir de, terk eden eşin eve davet edilmesi de artık noterlerden oluyormuş. Buyrun linki:


Buyrun bu da terk ihtarına ilişkin madde:


Ortak konuta davet
MADDE 7  (1) Noter, 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun 164 üncü maddesinde düzenlenen terk nedenine dayalı boşanma davasınıön koşulu olan terk ihtarının yapılmasını talep eden eşin istemiüzerine ihtarname düzenler. İhtar, dava şartları incelenmeksizin yapılır.

Bunun bir -bilemedin iki- adım ötesi neden "üçten dokuza boşsun" diyerek boşanmak olmasın, bence makul.

Sevgiler,
Göksun.