17 Ekim 2011 Pazartesi

Normal bir adliye günü...

(Ağustostan kalma bir yazı.)

Geçen gün İzmir'de, tam anlamıyla "kompakt" bir adliye mesaisi geçirdim.

Sabah, saat 8.30'a yakın bir şeyler. Adliye'ye henüz girmedim, arkasındaki büfeden gazete alıyorum. Bu arada bilmeyenler için: İzmir Adliyesi civarında gazete bulabileceğiniz tek yer, adliyenin arkasında kırmızı bir köprü var, o köprünün ayağındaki küçük büfe.

Tam büfeden ayrılırken, orada çay içen iki abiden biri telefonda anlatıyor: "Abi sen sabah gel, cenazeni benden tertemiz al. Kefenini filan da vericem ben sana abi."

Araba satıyo mübarek. Bayandan az kullanılmış temiz. Hayat çok tuhaf kefenler filan...

Bunu düşünerek adliyeye girdim, normal işler, baro pulu al vekalet harçlandır filan. Duruşmalarımın biri 1. katın sol ucunda, diğeri 3. katın sağ ucunda. İkisinde de sıralarımız yakın, ikisinde de sıra aynı hızda ilerliyor. Bir ona gidiyorum bir ona. Asansör de bekleyemem, "nalet" bir tezcanlılığım var çünkü. Onu bekleyesiye iner çıkarım ben.

Allam bi yukarı çık sıram gelmiş mi kontrol et, mübarişi bul "Bak sıram gelirse öbür taraftayım ben ha, unutma beni" filan de, beklemesi için davacı vekilini ara ama telefonu kapalı olsun, aşağı in tam sıra sana yaklaşmışken önündeki celsede tanık dinlensin sonra tekrar yukarı çık, aman ya...

Omzumda da nereden baksan birkaç kiloluk dosya mosya bişeyler var.

Var ya, suyum çıktı. Ama resmen, elbise üstüme filan yapıştı, bildiğin suyum çıktı. Allahtan davacı vekilleri iyi insanlar, biri Hülya zaten. Beklemiyoruz deseler n'apacaktım?

Duruşmalarımdan biri 9.30 öbürü 9.40 olmasına rağmen ben çıkabildiğimde 11'i geçiyordu. Ve o arada neredeyse hiç oturmamış, sürekli mahkemeler arası koşturmaya yapmıştım...

Tam kapıdayım çıkıyorum, dışarıda birkaç el silah patladı. Kurusıkı mı değil mi bilmiyorum, ben ayıramam onları. Millet koşuyor o tarafa filan... O kadar umursamadım ki. Umursayacak halim o kadar yok ki.

Zaten yine koşarak, Karşıyaka Adliyesi'ne gittim. Toplu dosyalarımız var, kararlarını tebliğ alıcam. Tabi saat 11.55 olduğu için Müdire Hanım haklı olarak öğleden sonraya attı beni. Peki. Sırtımda bohçamla bir Karşıyaka öğleninde klimalı yer aramaya başladım. Burger King buldum, en klimalı en sakin yer orasıydı.

Sonra efendim 17 dosyanın bakiye karar harcı, tebliğ alma imzası filan... Bir de temyiz postası eksik çıkmasın mı... Ensar Abi'ye telefon ettim hemen gönderebilirsen yatırayım diye. Tamam bakarız dedi, bir daha ses çıkmayınca ben de sandım ki yatırmadı. Diğer işlerimi bitirip, koridorda bir köşede nefesi bitmiş bir halde oturup, neşemi artıracak birkaç telefon görüşmesi yaptım. Adliyeden çıktığımda saat 3'ü geçiyordu, yani son on dakikayı saymazsak yine 2 saattir filan bilfiil ayaktaydım.

Tanrı çok enteresan davranıyor bazen, kimi tersliklerin hikmetini gerçekten sorgulamamak lazım.

Havaalanına dönecektim artık. Adliyenin önünde klimalı bir taksi vardı, el ettim ama bana durmadı. Başta taksi de bulamadım ve -arabanın klimalı olduğunu da düşünerek- bayağı söylendim. E madem yürüyeyim dedim, Kemalpaşa Caddesi'ne girdim, iskelenin oradan taksi bulmayı düşünerek. Sağdaki İşbankası'nı geçtim, fakat tam caddenin sonundaki İşbankası'nın önünden geçerken, üzerimdeki paranın yetmeyebileceğini düşünerek para çekeyim dedim.

Para yatmış, temyiz posta masrafı için.

Napim şimdi?

Görmemiş gibi yapıp taksiye binip eve mi döneyim? Gerçekten de görmemiş olabilirdim, bunu kimse sorgulamaz.

Ya da parayı görüp dönmüş olayıp ama UYAP mı çalışmıyor olsun? Bu son derece sık görülen bişey, bunu da kimse sorgulamaz.

Amaaan dedim, kov solunda uçuşanları. Sonuç itibariyle senin bu işi yapman lazım. Paşalar gibi yapacaksın.

Tüm yüküm ve yorgunluğumla o yolu geri yürüyüp, 17 ayrı dosyaya masraf kestirip hepsini bi güzel ödedim. Ama tüm bu toplu dosya merasiminde Karşıyaka 1. İş'in çabası çok başkaydı, gerçekten başka bi kalem olsa ben bu işi bu kadar makul bir sürede yapamazdım. Müdire Hanım sağolsun elindeki işini bırakıp tüm dosyalarla teker teker ilgilendi.

En nihayet, saat 4'ü geçiyorken ayrıldım adliyeden. Uçağım 5.25'teydi.

*
Bunu bu kadar yazıp bırakmışım. Te Ağustos başından kalmış.
Muhtemelen yazarken bile içim sıkıldığı için bırakmışımdır. Şimdi tamamlayayım desem, hikayenin gerisini hatırlamıyorum.

İşte bu işler böyle. Siz hayvan gibi koşturursunuz, aman şunu da yapayım aman bu da bitsin diye her tarafınızdan ter akıtırsınız, üç gün sonra patron kalkıp "İnsanların senin burada bir yıl çalışıp tazminat alabilmen için gösterdiği çabayı görmezden geliyorsun" der. Sonra da efendim iş hukuku, efendim siz benim arkadaşlarımsınız, falan filan.

İş hukuku diyo ya.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder