4 Mayıs 2011 Çarşamba

Bir ofis gününü güzel kılan şey: Sütlü kahve + Browni Intense

Her gün bir yerlerde sürtersen olacağı bu... Yollarda geçirmediğim günün bir "iş günü" olduğunu algılayamaz oldum. Vallahi diyorum.

Ya benim neredeyse her gün birkaç duruşmam, haftada 1-2 defa da şehirdışım var tamam mı. Sürekli bi o taşıttan inip buna binme, bir yerlere yetişme filan halindeyim. Zaten okula da gidiyorum, yani eve girdiğim de doğru düzgün yok. O bakımdan, bir yerde böyle bütün gün oturunca "oturmaya geldik" gibi geliyor bana. Halbuki işim var, gerçekten var, ama ı ıh... Kendi kendimi ihbar etmiş oluyorum ama üzgünüm, bugün çalışamıyorum.

Bu "yadsıma" hissi ilk olarak eve karşı başladı. Eve normal saatinde gidince (yani 6.30 vapuruna binip 7.10'da evde olmaktan bahsediyorum) "Eee, napıcam ki ben şimdi?" diye düşünmeye başladım ilk. Yani yapacak iş her zaman var, bulaşık, etraf, hiçbir şey yoksa bile illa ki duş, tamam da... Ev dediğin fiilen otel gibi bir şey ki... Anca koltuğunda yatağında sızılır.

Derken bu his ofise de teşmil etmeye başladı. (Düşün ki bu konuda "teşmil" kelimesini kullanıyorum, o derece içine girmişim bu mesleğin...)Ofiste olup bir yerlere koşmayınca çalışıyormuşum gibi gelmiyor. Böyle böyle derken işler birikip beni sıkıştıracak, ben anca öyle ikna olacağım ofiste geçen günün de bir iş günü olduğuna... Bari bu akşam geç çıkayım da iki makale okuyayım, ayın 22'sine kadar bir ödev bir sunum bir de proje yetiştirmem lazım, bugün gelmiş 4'ü olmuş, bende tık yok...

Bugün feysbuk statüs'üme yazdım, "Hayatımın bir 'Stranger Than Fiction' hayatı olmasını ve İtalo Calvino tarafından yazılmasını istiyorum. - böyle diyince entel gibi oldum aslında ama aslında dediğim şudur: 'Sıkıldım ulan!'" Nasıl? :)

Stranger Then Fiction çok enteresan bir film, tam benim sevdiğim tarzda. Şöyle ki; esas oğlanımız bir gün, hayatının bir başkası tarafından yazılmakta olan bir roman, kendisinin ise bu romanın kahramanı olduğunu keşfeder. Bir edebiyat profesörüne gidip derdini anlatır, hoca ona başta pek inanmaz. Sonrasında "Aslında olur olur..." diyerek, esas oğlanı anlatılan tarzdaki hikayeleriyle bilinen bir yazar hanıma yönlendirir. Yazar gerçekten de o hanım kişidir. Olaylar gelişir.

İşte ben bu hayatı, İtalo Calvio'nun yazmasını isterdim. Aslında Calvino'yu tanımam etmem, sadece iki kitabını okudum. Ama hem İtalyan candır, hem de okuduğum kitapları feci yaratıcı ve güzeldi. Okuduğum "Bütün Kozmokomik Öyküler" ve "Kesişen Yazgılar Şatosu" kitaplarını samimiyetle tavsiye ederim.

Şimdi artık adliyelere giriş yapacağım, o yüzden bu blog bu kadar yeter. Çok uzun yazdığımın farkındayım, o yüzden artık kısa kısa ve fakat pek çok başlık halinde yazasım var. Herkes bana bir ton laf sayıyor, uzun yazıyormuşum, marifet uzun değil kısa yazmakmış, vs vs vs... En son Kübra Hoca canıma okudu, projenin en fazla 40 sayfa olmasını istiyormuş. Yahu daha geçen dönem "Bir 60 sayfa filan olsun..." demiştiniz, ben 30 sayfa yazmışım daha da 20 sayfam var, şimdi 40 sayfaya indirmek nedir...

İlter de diyor ki ben kısa yazamazmışım, o yüzden projeyi baştan istediğim gibi yazıp sonradan kısaltmam mümkün değilmiş, daha yazarken kısa tutmam gerekiyormuş... Tamam verdiği akla gerçekten saygı duyuyor ve iyi niyetinden şüphe etmiyorum ama, bu kadar "yapamazsın" da denmez ki...

(İlter Feysbuk'tan düzeltme gönderdi, tekzip metnini aynen yayınlıyoruz: Ben "kisa yazamazsin" demedim! "Uzun yazdiktan sonra kisaltmak zor olur, anlam butunlugu kaybolur ya da kiyamazsin" dedim! Duzeltme talep ediyom:) )

Çok canım sıkılıyor. Bari sütlü kahve içip Browni Intense yiyeyim...

Göksun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder