15 Mayıs 2011 Pazar

Adana Adliyesi Efsanesi: Bizzat yerinde müşahede ettim.

Efendim, takdir edersiniz ki pek çok hemşehrim gibi ben de Adana'ya pek "objektif" yaklaşamam. O yüzden, adliyesini anlatmaya başlamadan önce şehrime biraz methiye düzmeme izin veriniz, rica ediyorum.

Bu mayıs Adana için farklı geçiyor. Normalde, Adana'nın mayısı pek çok yerin temmuzu gibidir. Bayağı bayağı yaz gelmiş olur. Fakat bu sene, istisnasız her öğleden sonra yağmur yağmış. Ben buradayken de yağdı. "Çukurova'nın kırkikindisi meşhurdur" derlermiş, ama hiç bu seneki kadar meşhur olmamıştı.

Bu kadar su yağınca tabii, nehir ve göl tarihinin belki de en üst seviyesinde. Ki bu da özellikle gölün karşı tarafını son derece güzel kılıyor. Adana'nın en güzel zamanı, nisan sonu-mayıs başı gibi yaşanıyor.

Adana'nın turistikleşememesi hakkında da eteğimde çok taş var ama onları başka bir yerde yazdım zaten, tekrarlama isteğim yok. Zaten biraz sonra buraya kopyalayıp yapıştırırım. Fakat tekrara düşecek de olsam şunu belirtmem lazım; burası her geldiğimde daha bir "sosyetik" oluyor. Bayağı bayağı "havalı" bir şehir olmuş Adana, her geldiğimde biraz daha fark ediyorum bunu. Neyse, Tayyip Beyefendi eğer İstanbul'a yeni şehirler yapma fikrini uygularsa pılımı pırtımı toplar memleketime dönerim artık.

Perşembe günü "Misafir mi sayılsam yoksa ev sahibi miyim ki..." diyerekten babamın peşisıra yöneldim adliyeye. Avukatların plaza giriş kartı gibi bir kartları varmış Adana'da, onu okutup turnikeden giriyorlarmış. Babam bir süre "Hay Allah sen nasıl gireceksin..." gibi bir derde düştü, diğer kapıda kuyruk oluyormuş filan... "Ne münasebet" dedim, "Biz plaza insanıyız da şirketimize mi giriyoruz ki kart okutalım? Nasıl işmiş o, senin girdiğin çıktığın saati kaydediyor! Hem avukat kimliğini gösterirsen sıra mıra olmaz" dedim. Zaten o turnike arızalıydı Allahtan, şirkete girer gibi girmedik.

Gelelim adliyenin içine...

Arkadaşım, gittim gördüm, Adana Adliyesi inanın ki aslında "iyi idare ediyor." O ortamda insanın toplu katliam yapmaması bile güzel memleketimin delikanlı insanın asude duygularının bir izdüşümüdür.

Adana 5. büyüktü yanılmıyorsam; bu durumda kendisinden büyük olan 4 şehrin de adliyelerini biliyorum. İstanbul'da 20'ye yakın adliye var, neredeyse tamamını bilirim. Bu binaların tamamı sevimsiz, kullanışsız ve insana mutsuzluk veren binalardır.

Fakat dostum, Adana bambaşka... Ankara Adliyesi'nden, hatta Bursa Adliyesi'nden bile karışık. Kartal Adliyesi'nden bile havasız ve bugüne kadar hiçbir adliyede görmediğim kadar karanlık. Eski Bakırköy Ceza Adliyesi kadar da dar neredeyse. Üstelik, tüm bu özellikler Adana gibi büyük ve insanların "deli" olduğu bir şehirde bir araya geliyor. Varın siz düşünün.

Allahınızı severseniz, ışıksız, havasız, dar, oturaksız ve bekleme sürenizin tamamen belirlenemez olduğu bir ortamda, katil olmaz mıydınız? Ki bir de Adanalıysanız. Dostum, tamam 21. yüzyıl, adliye, medeniyet filan diyorsun ama, "eşyanın tabiatı" diye bir şey var. Adanalı tabiatı o ortama uygun değil; olaylar 7/24 devam etmiyorsa bu tamamen hemşerilerimin edebindendir.

Duruşma saati 11.30, ben 11.20'de kapıdaydım. Kapıda liste yok! Allah'ım bu garabeti sadece Konya'da yaşarım sanıyordum, yahu listesiz duruşma salonu mu olur! Ksçıncı sıradasın, içerideki kaçıncı sıra, arada tanık var mı, toplu dosya var mı... Katiyen bilemiyorsun. Zaten mübaşir de bilmiyor, çünkü öyle bir sistem yok. İnanılmaz bir kaos ortamı. Bütün avukatlar salonda bekliyor; salonda oturacak yer bitince ayakta bekliyorlar. Sanarsın ki iflas erteleme duruşması var. Salon dopdolu, herkes ayakta, aralarında konuşanlar, cep telefonuyla konuşanlar, mütemadiyen girip çıkanlar... Off Allah'ım İstanbul'un gözünü seveyim. Üstelik, sıra tamamen "o an" belirleniyor. Bir avukat öncelik rica ediyor, öbürünün karşı tarafı gelmemiş oluyor o bekleniyor, diğeri için hakim "E hadi siz şu işi yapın ben sizi öğleden sonra alayım" filan diyor...

Bir de ben hakimin iyice garibine çattım. Beyefendi hiperaktif. Emeklilik yaşı da gelmiş üstelik, buna rağmen enerji patlaması halinde kendisi. Öyle ki, tarafların kaç tanığı hazırsa tamamını dinliyor. Bir davada 4 ayrı davalı tanığı, 2 de davacı tanığı dinledi ya! Tek bir davada 6 tanık! İstanbul'da katiyen böyle bir şey olmaz; bir kere hiçbir hakim iki tanıktan fazlasını dinlemez. Ayrıca, taraf tanıkları da genelde aynı celsede dinlenmez. Dinlendiği nadiren olur. İspat yükü kimdeyse önce onunki dinlenir, sonra diğerininki. Ama bu hakim bey biraz garipti.

Yanımdaki avukat hanıma "Öğle arası veriyor mu" diye sordum, "Yok bu hakim vermez. Yaşına rağmen çok enerjiktir, 20 yaşındaki halini merak ediyorum" dedi. Derin bir of çektim.

Saat 1 miydi neydi sıram geldiğinde. Ha yalnız şunu söylemeliyim, saat 12.00 olunca adliyeyi belirgin bi kebap kokusu sardı ve bu beni çok eğlendirdi. Başkası dese inanmazdrım ama doğruymuş; adliye gerçekten de kebap kokuyor.

Hakim Bey duruşmayı çarşamba gününe verecek oldu, rica minnet perşembeye aldırdım. "Ama Sayın Hakim, burada ailemiz var, onları da ziyaret etmiş oluyoruz, lütfen..." dedim, hakim de "Avukat Hanım çok acıklı söylediniz..." diyerek ikna oldu sağolsun. Bir sonraki duruşmaya diğer Adanalı arkadar gelir muhtemelen, ona da bir güzellik olsun.

Yani işte böyle. Adana güzel, hele mayısta bambaşka. Ama adliye... Yo dostum, işte orada dur bakalım...

Çok sevgiler,
Göksun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder