26 Mayıs 2011 Perşembe

yara izi meselesi

Sözlük'te "bir erkeğe yara izinin hikayesini sormak" diye bir başlık var. Bir an duygu yaptım.

Bir insana yara izini sormak, verdiği his itibariyle gerçekten de özel bir şey. Bunun neden olduğunu düşünüyorum bir on dakikadır filan, bulamadım. Ama bir kadının yarayı sorarkenki ve erkeğin cevap verirkenki hissi gerçekten başka yerde başka zaman olmuyor.

Bu soruyu "aşık olmakla" filan ilişkilendirmiş Sözlük'tekiler, katılmıyorum. Bence bu doğrudan sahiplenme ile alakalı bir şey. Çünkü o yaraya bakarken "Canım..." diyorsun, "Nasıl acımıştır bu..." ya da "Sen ne yaptın kendine..." diye dertleniyorsun. O yaranın oluşum süreci seni eziyor, çünkü o insanı sevip sahiplenmişsin ve çektiği acıyı bu kadar "direkt" görmek insana ağır gelebiliyor.

Bileğindeki yarayı sormuştum birinin. Kestiğini söyledi. Kalakaldım, çünkü -özellikle sorduğum zamanlardaki neşeli huyum itibariyle- bana o kadar uzaktı ki bu. Bileğini kesmeye yakın biri bile olmamıştı ki hayatımda. Lisede en yakın arkadaşım ara sıra kendine ufak tefek zarar verdiğinde bile nasıl ezilirdi içim, kendimi nasıl sorumlu ve suçlu hissederdim... Ama şimdi, hayatımın gayet "dibindeki" bir insanın bileğinde kocaman bir iz var ve bu iz kendisini unuttuğun zaman bile aslında büyük bir yük.

Hayatındaki insanın yara izi, asla sadece bir iz olmuyor. Çünkü onu görür görmez, o insanın geçmişini ve o geçmişi kimsenin unutmayacağını hatırlıyorsun. O insanın, izi her gördüğünde oluştuğu ana geri dönmesi ihtimalini düşünüyor ve o hayatla empati kuramayacağını hissediyorsun. Bu da, onu anlayamayacak olmak bağlamında seni büyük bir karamsarlığa itiyor, kendini "daha çok çalışmalıyım" diyerek büyük bir sorumluluk içinde hissediyorsun.

İşte o insanı o kadar sahiplenmiş oluyorsun. Bu aşk değil, başka bir şey. İnsan kardeşini, eşini dostunu da sahiplenir. Onları da anlamak zorunda hisseder kendini; insan sevdiği herkese yardımı dokunsun ister. Yani ben isterim. İsterim ki, sevdiklerimin kendilerini iyi hissetmelerinde payım olsun. "Göksun anlar" desinler benim için ve ben de anlayabileyim. Anlayamasam da, bana anlatmak onları rahatlatsın isterim.

Eğer izi kendini yapmışsa daha fena... Çünkü, o insanın bir vakitler kendini nasıl bir çıkmazda hissettiği ve o anlarda kendine neler yapabildiği ayan beyan ortada oluyor. Bu çok büyük bir sorumluluk. Üstelik, kendine ne yaptığını kim unutur ki? Karşınızdakinin bilinçaltındaki kırıklığı silmeye çalışmak ama başaramayacağını da bilmek; insanı gerçekten, çok derinden ağlatan bir şey. Hatta şu an bunun için ağlamak üzereyim. Acziyet çok fena.

Murat Uyurkulak'ı fazla biliyor sayılmam. Bir kitabına başlayıp yarım bırakmıştım, o zamanki algımla pek hoşlanmamıştım. Şu an kitap nerede, onu da bilmiyorum. Neyse, Sözlük'te bu konuda kendisinin bir sözü var; "İnsanın ruhuna erişeceksen, deliğinden değil yarasından gireceksin." demiş. O kadar güzel bir söz ki bu. Çünkü yara, insanın geçmişinin doğrudan ve silinemeyen göstergesidir. "Buraya ne oldu?" dediğinizde aldığınız cevap lafzen herhangi bir şey olabilir, ama verilen cevap yalan da olsa, cevabı verenin hissi gerçektir. Size lafla beraber his de geçer. Cevap ne olursa olsun, siz oranın nasıl acıdığını, belki hala ara sıra sızladığını, bir yaranın illa ki bir hikayesinin de olduğunu bilirsiniz. Belki çocuktu ve bir şeylerin peşinde koşarken yüksekten düştü, belki kız arkadaşına sinirlenip duvarı yumrukladı, belki kendisi kesti ya da belki bir şeylerin altında kaldı... Ne fark eder ki. Her halükarda, her yaranın bir hikayesi vardır ve yara izleri de o hikayeyi hep canlı tutar. Siz de, sorduğunuz andan itibaren o hikayenin bir parçası olursunuz.

Yara izi yapmayın kendinize. Kendi hayatınızın kararını elbette kendiniz verirsiniz ve elbette ki kaza da geliyorum demez. Ama bilin ki o izler sizi "sahiplenenleri" çok üzüyor. Empati diye bir şey var, sevdikleriniz sizi her gördüğünde "canım..." diye iç geçiriyor. Aman diyeyim.

Göksun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder