8 Şubat 2013 Cuma

İsviçre vs. Türkiye - Round 1

Selam,

Ben artık fazla yazmıyorum ya, işte bunun sebepleri var.

Mesela bunlardan biri Twitter. Blog yerine twitter kullanmak aslında korkunç bir basitleştirme ve yüzeyselleştirme, farkındayım. Hatta 1984'teki "new speak'e" de son derece benziyor, bence bu benzetmeyi bir kenara not edin. Bir konuda başı-sonu belli metinler oluşturmak yerine, bir bilemedin iki cümlede ahkam kesiyorsunuz ve o sizin yorumunuz oluyor. Bence anlatılmaz derecede hazin bir komedi.

Bununla yetinmemin sebebi ise, artık uzun ve düzenli yazmaya karşı hevesimin azalmış olması. Hevesimin azalmasının da iki sebebi var, bunlardan biri doktora süreci, diğeri ise ülke gündemi.

Doktora, yani kapısından bakmakta olduğunuz akademik dünya, insana kendini çok "hiç" hissettiriyor. Öğrenmenin asıl etkisi, cehaletin artması oluyor. Siz bilgilere ayırdığınız havuza istediğiniz kadar kaynak ekleyin, her kaynakla birlikte o havuz biraz daha derinleşiyor ve suyun dizlerinizi asla geçmediğini, sığlığınızın hiç kaybolmadığını fark ettiğinizde dehşete kapılıyorsunuz. E ben daha neyin ahkamını keseyim?

Ülke gündemi ise, her ne kadar bu blog'u her gün baştan sona donatmaya yetecek malzeme veriyorsa da, daha çok gezegenden kaçma planları yapmaya yarıyor. Yaşadığım şehri, memleketimi, konuştuğum dili, duyduğum dilleri, yediğim yemekleri gerçekten çok seviyorum ama, insanları sevmek her geçen gün daha da zorlaşıyor. Ayrımcılıktan, elitizmden, nefret söyleminden, birilerini "ötekileştirmekten" ne kadar kaçarsanız kaçın, adamın biri kalkıp "temyiz hakimlerini devlet başkanı atayacak" dediği zaman, artık "sevgi dolu" kalamıyorsunuz.

Müvekkillerinizin dosyalarına polisin el koyduğu bir yer burası. Anadilde savunma hakkı diye bir kavrama ihtiyaç duyulan, insanların hala bu hakkın peşinden koşmak zorunda olduğu, üstelik o hakkı güç bela aldıkları zaman bile kullanamadıkları bir yer. Halbuki bir devletten olan şikayetlerimiz, vergi oranı, trafik yoğunluğu, ne bileyim, yol çalışmaları filan olmalı - "yaşayamıyor" olmak değil.

Ben bunları yazmak istemiyorum, çünkü o zaman içimdeki nefret söylemini yatıştıramıyorum. Şikayet ettiğim öfke asıl beni ele geçirmiş oluyor. Kendimle çelişiyorum. Kendimi "varoluşçu bir Nazi subayı" gibi hissediyorum. Bunlar benim hayatımda istediğim şeyler değil. Üzgünüm.

İşte bu hakimlerin devlet başkanı tarafından atanma haberinin çıktığı gün, haberi "Hanım koş pasaportumu getir" diyerek paylaşmıştım. İçimdeki hanım kalktı, pasaportumu getirdi, içinden enteresan düşünceler çıktı.

İlkokuldaki matematik derslerinde tahtaya "verilenler" ve " istenenler" diye başlıklar atıp altlarını doldururduk ya, işte ben onu hala uygularım. Şu durumda verilenlerimiz, pasaport, çıkması muhtemel bir vize, derdini anlatacak kadardan biraz iyi İngilizce bilgisi, Almanca öğrenme gerekliliği (Almanca özel hukukun temel dilidir) doktora tez çalışması için yurtdışına gitme niyeti. İstenenler ise öfkelenmeden, aç kalmadan ve İngilizceyle yaşanabilecek, ayrıca Almanca da öğrenilebilecek bir ülke.

"Aç kalmadan" kısmından emin olmadığım için oraya bir şerh düşerek belirtiyorum ki, şu an en gidilesi görünen yer İsviçre. Sakin, "az insanlı," hayatı boyunca tarafsız olmayı başarmış, AB'ye girmeyi "standardımız düşer" diyerek kendisi istememiş, enteresan bir yer. Snob ve elit duruyor ama sinir olunan insan sayısı daha az olursa tahammül de daha kolay olur diye düşünüyorum.

Üşenmedim, İsviçre konusunda biraz kafa yordum. Nasıl bir yermiş diye bakındım, enteresan sonuçlar edindim. Koray bir internet sitesi bulup Zürih ve İstanbul'daki yaşam maliyetini karşılaştırmıştı zaten, ben o karşılaştırmayı bir de Cenevre ile denedim. Buraların İstanbul ile karşılaştırılmasına geçmeden önce şunu söyleyebilirim, Cenevre -genel olarak- Zürih'ten daha ekonomik görünüyor. Tabii her kalemde böyle değil ama listelerden edinilen fikir bu. (Bu arada, Cenevre'nin Fransızca bölgesinde olduğunu biliyorum ama buna takılmayalım, anafikrimiz başka.)

Cenevre'yi İstanbul ile karşılaştırdığımızda, neredeyse her şeyin daha pahalı olduğunu görüyoruz. En az "daha pahalı" olan şey, %20 ile bir kilo pirinç. En fazla daha pahalı olan ise, %87 ile şehir merkezinde olmayan bir evin fiyatı. Listeye bakarsanız, bir çift Nike ayakkabıdan ortalama bir akşam yemeğine kadar, gündelik hayata dair pek çok kalemin düşünülmüş olduğunu görüyoruz. (Aynı sitede "yaşam maliyeti indeksi" gibi indeksler mevcut ama bunlar New York piyasasına göre düzenlendiğinden, bana çok bir şey ifade etmedi.)

Maaşlar ise elbette İsviçre standartlarına göre, lütfen komik olmayalım. Bu arada, ecnebi memleketleri hakkında bakınırken www.glassdoor.com sitesini de öğrenmiş oldum; maaşlar ve iş imkanları gibi şeyler için faydalı görünüyor. Henüz fazla kurcalamadım, önce şu yazıyı bitireyim kısmetse.

Efendime söyleyeyim, Türkiye öyle kalemlerde daha pahalı veya İsviçre'ye yakın ki, küfretmeden duramıyorsunuz. Eğer burada gece dışarı çıkmalı, gezmeli tozmalı veya spor yapmalı bir hayat istiyorsanız, bunlar için İsviçrelileden daha fazla para ödemeniz gerekiyor. Çünkü neden, bunlar hep Batı ahlaksızlığı ve elbette hepsinin bir karşılığı olmalı.

Yerli üretim biranın, Türkiye'de %33 daha pahalı olduğunu biliyor muydunuz? İthal bira ise %29 daha pahalı. Hayır karıştırmadım, yerel biradaki fark, ithal biradan daha fazla.

Benzinin pahalı olduğunu zaten biliyoruz, oranı %29.
Tenisin %16 daha pahalısını oynuyorsunuz.
"Tenis beyaz Türk oyunu, bira gavur içkisi, arabam da zaten yok" mu diyorsunuz? Aylık "akbil" de daha pahalı. %1. "Yüzde bir ne yaa" demeyin, her şeyin ama her şeyin daha pahalı olduğu bir yerde, İstanbul'un pahalılık kalemlerinden birinin şehiriçi ulaşım olması sizce de sorgulanmayı hak etmiyor mu? "Ama mesafeler çok uzun" derseniz, sirkatinizi söylemiş olmuyor musunuz? Yaşam kalitesinden anlamayan bir toplum olduğumuz zaten açık, haliyle şehir planlamasından da hiç anlamıyoruz.

İstanbul'un pahalı olduğu diğer kalem ise, benim Türkiye'de yaşama isteğimin tabutuna çakılan son çivi oldu.

Ev kredisi (mortgage) faizleri: İsviçre %2.5, İstanbul %12, fark %380.

Alkol alma, fazla dolaşma, ille spor yapacaksan tenis dışında bir şey olsun ve mümkünse asla evin olmasın.

Bunun dışında tabii ki, parasız eğitim isteyemezsin, çevreyi koruma eylemi yapamazsın, kendini anadilinde savunamazsın. Ayrıca, sokak ortasında vurulan birini anmak için "Hepimiz Ermeniyiz" dersen, bir arada yaşadığın insanlar seni kınayacaklardır. Çünkü hepimiz Türküz aslında.

Başka bir arzunuz?

İzlemediğim ama adını çok duyduğum bir film var, Stepford Kadınları diye. İzlemediyseniz özetleyeyim, öyle bir mahalle düşünün ki, buradaki her şey inanılmaz şahane olsun. Stepford, son derece becerikli, anaç, güzel, iyi huylu, gerçek olamayacak kadar düzgün kadınları bulunan bir mahalledir. Fakat gelin görün ki, işler aslında öyle değildir - ama nasıl olduğunu bilmiyorum, dediğim gibi filmi izlemedim. İşte İsviçre, kendisine ilişkin okuduğum her yeni sayfada bana o mahalleyi hatırlatıyor.

Arkadaş, bir ülke bu kadar sorunsuz olamaz, orada bir işler dönüyor ama anlamıyorum.

CERN'in orada olduğunu da düşünürsek, kocaman bir ülke aslında bilimadamların deney ortamı olmasın?

Şimdi siz beni geyik yapıyor sanıyorsunuz ama ben ciddiyim, bir ülke nasıl hala doğrudan demokrasiyle yönetiliyor ve bu süreçte hiçbir sorun yaşanmıyor olabilir? Nasıl ya, bunun gerçekleşebildiği bir toplumun insanlardan oluştuğuna beni ikna edemezsiniz.

"Vatanın bir karış toprağı..." hamasetiyle büyümüş, 90'ların başına denk gelen çocukluğunda üç rengin yan yana durmasının terörizm olduğu öğretilmiş bir TC vatandaşıyım ben. Üç farklı dil konuşulan federatif bir yapının "bölünme" anlamına gelmediğini aklım nasıl alsın? Şaka mı bu?

"Kanun değiştirmezse ölecek" hastalığından muzdarip hükümetlerle yaşayan insanlar olarak, 1848 Anayasasının hala uygulandığı bir ülkede yaşamak bize nasıl fazla gelmesin?

Yahu onu bunu bırakın da, yukarıda bahsettiğim türden bir ülkeden hukuk ithal etmek, çok afedersiniz ama, haddimize nasıl düşüyor, ben asıl onu anlamıyorum. Hadi 20. yüzyılın başında her şey daha yeniydi, umutluyduk, yeni bir devlettik, belki bir gün biz de İsviçre olabilirdik, vs vs ... E olmuyor? Tek partili rejim elbette ki kalamazdı, ama sen çok partilisini de beceremedin? Demokrasinin temsilisini bile eline yüzüne bulaştırdın, bu kavramı tamamen manipülatif bir kapitalizm güçlendiricisi olarak kullandın, yaşam kalitesini ısrarla düşürüp duruyorsun, adamların ülkesindeki mahkemeler artık seninle uğraşmayı reddedetse haklı olacak noktaya geldi... Arkadaş senin neyine İsviçre'nin hukukuyla hukuklanmak?

Doğru düzgün "Benim imkanım şimdiye kadar böyle olageldi ama daha iyisini istiyor ve bunun için çalışıyorum, asıl amacım iktibas değil örnek almaktır" de, ben sana kurban olayım. Böyle bir girişimin de yok ki. Neymiş, Batının ahlaksızlığıymış, emperyalizmmiş, şuymuş buymuş. Gördük annem, senin uğruna fena olduğun cennet vatanın yaptıklarını da gördük, al işte sizin kafanızla becerilenler ancak bu kadar. (Bakın işte bu noktada elitizme kayıyorum, gözlerinizle gördünüz, yazmaktan ben kaçmayayım kimler kaçsın?)

Netice olarak, ben artık bu yazı-çizi işini rölantiye alıyorum arkadaşlar. İşim var. Daha Almaca öğreneceğim, yurtdışına çıkış imkanlarımı zorlayacağım, tezimi yazacak bir okul bulacağım, yazdıktan sonra da nerede kalabiliyorsam orada kalıp; buraya dönüyorsam da hayatıma inziva içinde devam edeceğim.

Hukuku ve hukukla uğraşmayı sapıkça seviyorum. Ama bu bilimin giderek daha da çiğnendiğini görerek yaşamak istemiyorum. Evet mücadele etmek çok kıymetlidir, evet insanın bir ideali varsa o ideal için elinden geleni ardına koymamalıdır, ama ben hukuk ideali için çalışırken boşa kürek çektiğimi hissetmemeliyim.

Biraz önce bir arkadaşım, "yurtdışına gidenler tuvalet temizliyor" dedi. Ben de gazete manşetlerini gösterip "burada kalsam da farklı bir şey yapmayacağım ki" dedim.

Siz Şangay Beşlisine giredurun, aferin.


4 yorum:

  1. Merhaba. Yazini ilgiyle okudum. Ben TR'den Almanya'ya gelmistim okumaya sonrada burda calismaya basladim. Isvicre bana enteresan geliyor hele ki avrupa'nin dusmus oldugu bu durumda. Ozellikle sehirdeki hayat pahaliliklarini karsilastirma linki cok iyi :)

    YanıtlaSil
  2. Üniversiteye başlamadan önce safça üniversitelerin bilim yuvası olduğu, dışarda herşey kaos içinde olsa bile kampüs içinde herşeyin bilim, sanat ve özgür beyinlerden ibaret olduğu fikriyle kendimi sınavlara motive ediyordum. Zaten kolay strese girebilen bi yapım var ve malum üniversite hazırlık dönemi çok stresli ben de kendimi fazla kaptırmıştım bu hayallere... Beklenti ve hayalkırıklığı aynı oranda olurmuş, fena dağıldım. Öğretme ve öğrenme heyecanı olmayan memur zihniyetli insanların arasında heyecanımı kaybetmeden mezun olup bu ülkeden çıkmak istiyorum. O yüzden yüksek lisans için yurtdışındaki üniversiteleri araştırıyorum. Muhtemelen sonrasında da en azından bi süre geri dönmem. ( Tabi gidebilirsem. ) Kendi paramı kazanmaya başlayınca paramın büyük çoğunluğunu karşılığında bi hizmet alamayacağım vergilere gideceği düşüncesi beni rahatsız ediyo. Umarım güzel fırsatlar peşini bırakmaz.

    YanıtlaSil
  3. Umarım hedeflerine ulaşırsın

    YanıtlaSil
  4. isviçre hakkında internette doşalırken gördüm bu blogu.Çok da beğendim özlellikle akademik dünya ve İstanbul Zürih karşılaştırmasını ..
    Algıları nispeten daha açık olan hayatın Türkiye den ibaret olmadığının farkında olan bir Türk genci olarak 4 yıllık ün bitirdim iktisat fakültesini.Şu an çalıştığım iş Finansal destek sağlıyor o kadar ancak bir o kadar da gideriniz oluyor.Yapacak bir şey yok.Planım 1.5 yıl daha çalışıp sonra Kanada göçmen başvurusunda bulunmak.İsviçre Avusturya vs gibi ülkeler çok zor kabul ediyor. Türkiyede her şey ama her şey memur zihniyeti ya da kolay yoldan nasıl yaparım nasıl kazanırım nasıl kazıklarım mantığı var.A birde torpil tabii ki..istediğin kadar çalış başarılı ol derece yap dil bil..sabahın 4 lerine kadar ders çalış hayır senin torpilin yoksa yada belli yerlere ait değilsen olmaz olamaz!!
    o yüzden akademik çevreymiş akademik kariyermiş bilimmiş olmaz burada bu ülkede çok zor..olanlarda hep belli kesimin elinde oda şirketler holdingler gruplar önderlerin elinde onların akrabasıysanız, tebaasıysanız o zaman akademik çevrede şansınız olur..adı da yalandan akademik çevredir.aslında bir grup kümesten ibarettirler.burunları havada ellerinde görünmez sopa kimin bilgili kimin yeterli olup olmadığına (daha doğrusu kimde para olduğuna)onlar karar verirler.oligarşi değildir de nedir? yönetimin belli bir grubun elinde toplanması işte..kendinden olmayana yüz çevir!!!
    oysa bu güzel ülke bunlara mı layıktır? değildir!! ancak aldatırım kandırırım kazanırım mantığı oldukça geri Türkiye geri..maalesef..

    YanıtlaSil