12 Şubat 2013 Salı

Adliye koridorlarında sakil bir duruş.

Hohooovvv yüzyıllar sonra yeniden Bakırköy Adliyesi'ndeydim.

CMK duruşmaları sağolsun ara sıra Paşakapısı'na gidiyordum yine, ama büyük bir adliyede duruşmaya girmeyeli çok oldu. (son iki Pınar Selek duruşması hariç.) Bakırköy'e en son mayıs gibi gitmiştim sanırım, ama duruşmaya en son ne zaman girdiğimi kesinlikle hatırlamıyorum. Bu avukatlık kimliğini alacaklar yakında benden zaten.

Bakırköy sürecim, te daha dün akşamdan başladı. Duruşma saati 09.25 tamam mı, "acaba nasıl gitsem" diye düşünmeye dün öğleden sonradan başlamıştım ben. Deniz otobüsüyle mi gitsem, saat 08.20'deymiş, yoksa metrobüsle daha mı kısa sürer, ama metrobüse de evden yürüme mesafesi var, ama deniz otobüsünün de iskeleden dolmuşa yürümesi var, ama metrobüsün beklemesi var, ama oooof. Kendimden içim şişti gece gece. En son Sezer'e mesaj attım hangisini seçeyim diye, deniz otobüsü diyince tamam dedim.

Adliyeye gidince kendimi öyle "yabancı" hissettim ki bunun tarifi yok. Ben orayı zaten açıldığı günden beri sevmem ama, bu seferki yabancılığım bambaşkaydı. Adliyede kendimi ilk defa "sakil" hissettim - evet uygun kelime bu. Tam olarak emanet duruyormuşum gibi geldim kendime. Üstüm başımdan ilk defa memnun olmadım - ki her gün giydiğim şeyler, siz Türkler nasıl diyor, "smart casual." Masabaşına alışınca kalabalık adliye ateşten gömlek imiş.

Neyse gittim cübbemi aldım, salonumu buldum, saat tam 09.25. Ve fakat, daha ilk duruşma görülürken, ben 19. sıradayım. Oh la la. Gittim geldim çay içtim, arkadaş hala aynı duruşma görülüyor.

Çayı neden "gidip" içtim, çünkü Bakırköy'de çaycı dolaşmıyor. Sadece hakim-savcılara servis yapıyorlar. Gerçi bunu kimseye sormadım, ama normalde adliye dediğin nasıl bir yerdir, çaycı "çaylaaarrr" diye dolaşır, sen de alır içersin. Burada öyle değil işte. Bir kere çaycı yok, cool ve asortik garsonlar var. Onlar da "oda servisi" şeklinde çalışıyorlar.

Bu Bakırköy ilk açıldığında biz gayet normal cam bardakta çay içiyorduk. Sonra onlar gitti, karton bardaklar geldi. Sonra bugün, "bir bardak daha alabilir miyim, sıcaktan tutamıyorum" dedim, adam bana demesin mi "Avukat Hanım fazla bardağım yok veremiyorum, beş kuruşluk bardağı hesap ediyoruz kusura bakmayın." Vallahi böyle dedi ya. "Ama isterseniz altına tabak vereyim" diye o köpük tabaklardan verdi, onunla dolaştım. Biz cam bardak derdindeyiz ama verilecek fazladan bir karton bardak bile yok.

Gittiğim mahkeme, yedinci bloktaydı. Yedi ve bir, en dar, en gıcık bloklar. Erkekler tuvaletinin yanından geçerek salonuma gittim. Allahtan kokmuyordu, fakat günün ilerleyen saatlerinde durum nasıl olmuştur bilemiyorum. İş yaptığınız kalemin duvarının öbür tarafında insanların hacet giderdiğini bilmek enteresan.

Baktım, daha on'lu sıralara bile gelinmemiş. Bu arada şunu anlatmayı unuttum, benim adliyelere gidişimi kollayan vatandaş kitlesi yine oradaydı. Nasıl bir suratım - suretim varsa artık, ben ne zaman hangi adliyeye gitsem vatandaş sorusunu sormak için beni bulur. Bu hep böyle olmuştur. Ankara, Antep, İzmir, İstanbul, Bursa, hiç fark etmez. Yine bir vatandaşa cevap verdik hamdolsun.

Aynı surat ve suret, yan yana duruşma beklediğim avukat hanımın beni pek sevmesine de yol açtı. Yeni mezun sandı sağolsun, aslında muhabbet de ederdik de tabii iş güç olunca... İnsanlara sevimli geliyor olmak güzel bir şey tabii de, sanırım hayatımın hiçbir döneminde ciddiye alınmayacağım, bunu bilmek hoş değil.

Derken, bana fotokopi lazım. Benim koordinat kat 6 blok 7, en yakın fotokopi için bkz. kat 4 blok 5. Yine tuvaletin dibinden geçerek kalktım gittim, gitmeyip ne yapacağım. Allahtan vakitsiz durumda değilim fakat olsaydım, güzel küfrederdim. Düşünsenize, iki sayfa fotokopi için dar vakitte uzun koşturmaca yaptığınızı - ki siz her gün yapıyorsunuzdur zaten. "Bu devlet daha Bakırköy'ü beceremedi, Çağlayan'la Kartal neyine..." diye düşünerekten o işimi halledip yine yeniden geri döndüm.

Hala bekliyorum.

Meğersem, hakime hanım arada karar filan yazdırıyormuş, tanık dinliyormuş, şöyleymiş böyleymiş. Arkadaş anlıyorum işiniz gerçekten yoğun ama bi doğru düzgün vakit ayarlamayı beceremediniz, yapmayın bunu allahaşkına ya. Neyse saat 11 küsürde girdim duruşmaya nihayet.

Derken teee öğrencilik zamanımdan, yine adliye koridorlarında tanıştığım bir arkadaşımla karşılaştım. Bizim kendisiyle olayımız öyledir, adliyede karşılaşırız. Sultanahmet'te hemen her gün aynı koridorlarda olduğumuzu fark edince tanıştık, sonra işte adliyelerde karşılaştıkça devam etti. Son görüştüğümüzde yeni evlenmişti, şimdi kızı 1.5 yaşına gelmiş. Bu da günün güzel sürprizi oldu.

Bugünkü adliye pratiğimden, adliye koşturmacasını zorlaştıran unsurlardan birinin cübbe olduğunu keşfettim. Yahu zaten omzunda çanta, elinde dosya, öbür elinde telefon, oradan oraya koşarken elinden kolundan sarkan cübbe nedir ya? Ayağına dolaşıyor bir de.

Madem üzerine türban takabiliyorduk, o zaman kılık kıyafetimizi saklamanın ne gereği var abi, sal gitsin. Vallahi diyorum, stresin yarı yarıya azalır. İroni yapıyorsam şerefsizim.

Sevgiler saygılar vesaire,
Göksun.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder