29 Mayıs 2012 Salı

Leylek bana bebek getir Allahsız!

Bu konuda kafamı çok toparlayamadım, ne yazacağımı henüz tam bilmiyorum. Hatta, hukuki bile olmayan, buradan çok yazmazsaolecek'e uygun düşecek bir yazı olabilir bu.

Gerçi, benim "hukuki olmayacak" diye yerini belirleyemediğim konuyu, şu an ülke siyasetinin gündemi olarak tartışıyoruz.

Aklımda, Sayın Başbakanın bizim kukumuzun derdine düşmüş olması bir yana, Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Hakları Komisyonu Başkanı'nın "Kürtaj yasaklanmalı" beyanı var. Bütün bunlar benim aklımda anlamlı bir bütün oluşturmuyor.

Söyleyecek yeni hiçbir şeyim yok. Yalnız, kürtaj konusunda kadın milletine şunu binlerce kere tekrar etmek istiyorum, neden bunu illa "sağlık sebepleri ya da maddi sebepler" noktasında düşünüyorsunuz? Bunu meşrulaştırmak için neden böylesine bir çaba içindesiniz?

Hiçbir korunma yöntemi kullanmayıp, hamile kalınca da "aman canım nasıl olsa aldırır kurtuluruz" diyen kafayı doğru bulmuyorum. Ki bu doğru bulmayış, o kişiye bir katil muamelesi yapmamdan değil, "Kendine karşı ne kadar duyarsız..." gibi bir algılayamayıştan kaynaklanıyor. Ama siz, kadınlar size söylüyorum, hiçbir sağlık engeliniz ya da maddi sıkıntınız olmasa  bile, "hayat planınıza uymayan" bir çocuğu doğurmak zorunda bırakılamazsınız. Bile isteye hamile kalmış olsanız bile, mesela ikinci ayınızın içindeyken kapıldığınız bir depresyonla yaşamak zorunda değilsiniz. Bu sizin kararınızdır.

Çocuk doğurmak, yani insan yetiştirmek, "Bu sefer de böyle olsun..." denecek bir şey değildir.

"Çocuk içeride duyuyor diye Mozart dinletip de, 'aman canım embriyo zaten daha' diye kürtaj savunuculuğu yapan kadınlar var." gibi bir şeyler gördüm geçen gün. Kürtajın zaten yasal bir süreye tabi olduğunu, kimsenin 7 aylık çocuğu aldırmak peşinde olmadığını hatırlatırım. Kaldı ki, yasal süre içinde dahi, herhangi bir sebeple  kürtaj yaptıran kadının çok da rahat bir ruh halinde olduğunu düşünmüyorum.

He diyelim ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Hakları Komisyonu Başkanı'nın gereklilik kipiyle belirttiği şey gerçek oldu ve kürtaj yasaklandı... O zaman buyrun toplu nikah törenlerine. Buyrun toplu boşanma duruşmalarına. Buyrun "toplumun en temel yapıtaşının" nasıl bir müptezellik içine düştüğünü, oturup yıldızlardan hep beraber izlemeye. Merdivanaltı operasyonlarını hiç saymıyorum.

Evlilik dışı cinsel hayatın ortadan kalkması topuna da hiç girmiyorum. Bunlar kürtaj karşıtlarının beynindeki metan gazı birikintisinin algılayabileceği şeyler değil.

Sezaryen meselesine gelirsek...

Birkaç saattir, Ekşisözlük'te bununla ilgili entry'leri okuyorum. Siyasi gündemin beni bu konuya sürüklemiş olması, Zaytung'un bayilerde satılmasının garipsenmeyeceği bir ülkede yaşadığımızı gösteriyor.

Başbakan bir laf ediyor ve biz, yatıp kalkıp Uludere diyenler olarak, hooop, kendimizi epidural anesteziyi araştırırken buluyoruz.

Wall Streeet Journal'ın haberi nasıl Obama'nın prestijini sarsmak amaçlıysa, yüzlerce yıllık sezaryen de, Türk milletinin "ayarını bozmak" için oynanan bir oyun oluyor. Bu şekilde doğuran bütün kadınlar da, potansiyel ajan. Poşusu da varsa tamamdır.

Obama'ya oy verip vermemeye Uludere üzerinden karar verecek ABD seçmeninin, Türk kadınlarını sezaryene yönlendirecek stratejilere destek vermesi gayet makul aslında. Türkiye'nin, Dünya'nın neresinde olduğunu bilmesine de gerek yok.

Doğuma ilişkin yazılanları okuyunca, doğurmak bana 9 aylık hamilelikten de zormuş gibi geldi. İkisini de bilmediğim için gözümün korkması normal, ama gerçekten afalladım. Evli olup da bugün hamile kalsam naparım lan diye ciddi ciddi düşündüm. Çünkü hangisini seçersen seç, öyle "pat" diye olmuyormuş o işler. Anne ve çocuk sağlığı için hangisinin daha akla yatkın olacağını bilemedim. En iyi yöntemin, bebeği leyleklerin getirmesi olduğuna kanaat getirdim.

Sonra, Sayın Başbakan'ın, benim vücut bütünlüğümü ve çocuğumun sağlığını tabii ki benden daha iyi düşüneceğini akıl ederek rahatladım. Neyse ki sezaryene karşı olan bir başbakanımız var da, benim kendime ve gelecekteki bebeğime ilişkin her şeyim ve kocamla doğum sonrasındaki cinsi münasebetlerim, devletin en tepesi tarafından düşünülüyor.

Mesela Başbakan sezaryen taraftarı olduğunu söylese ve biz de ona uysak, belki de aylaaaarca kocamızla halvet olamayacağız. Gerçi o risk şimdi de var, ama neticede Başbakan'ın sözünü dinlemiş olmanın kukuya vereceği haz, kocanın vereceğinden daha büyükse demek ki... Bilemiyorum doğum yapmadım, yaparsam söylerim. AKP'li kadınlar biliyor olabilir, bir sormak lazım...

Yalnız eğer sezaryen gerçekten yasaklanır ya da çok büyük kayıtlamalara tabi tutulursa, o kanun hazırlanıp kabul edilip onaylanıp yayınlanmadan acil evlenip hamile kalıp doğurmam lazım.

İşte o fena. Yani hadi bir şekilde 9 ayı kısaltıp 3 haftaya düşürdük diyelim o yine belki olur da, öbürü sıkıntılı. Daha davetiyeler basılacak. :/







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder