10 Kasım 2010 Çarşamba

Genel Kurul S2E3 Part1

(Genel kurul yazısı olmadı bu, ama söz toparlayacağım.)


Kemal Aytaç çıkıp "Ben solcuyum arkadaş!" diye göğsüne vura vura çürüttü ya sol yanını, ben de bir dahaki sefere çıkıp "Ben empirikçiyim arkadaş!" diyeceğim. Zira öyleyim sanki, evet. (Bu arada Sayın Aytaç göğsünün sağ tarafına vurmuştu aslında ama böyle yazınca daha güzel oldu, değiştirmeyeceğim.)

Empirik bilgi kutsaldır, gözleyemediğime inanmamak gibi bir huyum var. Ama "kadın olmak" gibi bir tarafım da olduğundan, sezgilerimi asla yabana atamıyorum. Gerçi şöyle de bir durum var, benim gözlemlerimi zaten sezgilerim yönlendiriyor aslında... Harekete geçişlerim "Burada gözlenecek bişey var kesin" şeklinde, tamamen hissikablelvuku kabilinden gelişiyor. "Hmm bu davranışın altında bir şey olsa gerek..." deyip kendimi ayrıntılara boğulmuş halde buluyorum ve illa ki bişeyler çıkıyor. Böyle zamanlarda sanki "midichlorian" seviyem yüksekmiş de o an "the force" benimleymiş gibi hissediyorum, iyi oluyor.

Bu durumda kendimi "empatik empirist" ilan etmemde bir sakınca yoktur umarım. ("Kendi yazdı kendi oynadı" denir ya, işte şimdi tam olarak onu yaptım!)

*
Ya ben bu yazıya o kadar farklı bir niyetle başlayıp o kadar farklı bir noktaya geldim ki, şu an nasıl toparlayacağımı bilemiyorum... Aslında aklımdaki şey, deneysel bilginin gündelik hayatı nasıl kolaylaştırdığı ve  "kuralların" neden bu deneyselliğe direndiğinden bahsetmekti. Konu birden sezgi mezgi gibi şeylere kayınca, bir de söz kendisinden başladığı için herhalde, Kemal Aytaç'tan da bahsedesim geldi şimdi.

Sanırım toparlayamayacağım. Bu sabah Ankara Adliyesi'nde, baro puluna verilen paranın belgesi olmadığı için müvekkillerin sorun çıkarabildiğini düşünüyordum. Bir arkadaşımdan duydum, posta pulu baro pulu cübbe gibi giderlerin belgesi olmadığı için müvekkillerinden biri yazılan masrafları geri gönderiyormuş. Bu yüzden de, baro pulu filan aldıkları zaman onu duruşma zaptına yazdırıyorlarmış kalemde. "4.15 pul parası alındı" gibi bişey.

Bu bana garip geldi açıkçası. Bir kere, almadığı bir masraf için kaleme neden yazı yazdırasın - ama daha önemlisi, müvekkilin bu güvensizlik ve kaprisi nasıl bir şey? Ama demek ki böyle şeyler olabiliyor ve bu yüzden, kendimden pek umutlu değilim. Yani bir gün kendi işimi yaparsam, müvekkillerin bu tür taleplerini karşılayıp onları kendime bağlamak konusunda başarılı olacağımı sanmıyorum. Çünkü "tavırlı olmak" ve "huysuz olmak" arasındaki çizgide yürümek benim için gerçekten çok zor bir şey.

Ben sadece diyecektim ki, (bunu empirizmle nasıl ilişkilendirdiğimi sormayın ne olur, gerçekten anlatamam) sırf "öyle yapmak lazım" gibi soyut kabuller yüzünden neden pratik çözümlerden kaçıyoruz? Neden bu pul yazdırma işinin talep edildiği avukat, müvekkiline "Bakın bu istediğiniz, 1) makbuz niteliği olmadığından 2) kalemlere rica etmek gerekeceğinden 3) bir de onunla uğraşacağımızdan 4) 3-4 lirayı kaçırdığımızı düşünüyorsanız ayıp ettiğinizden, hiç anlamlı bir iş değil. O yüzden lütfen birbirimizi yormayalım" demiyor? Bu tip şeyler avukatın karizmasını bozan şeyler bence. Tamam müvekkil bir tür müşteridir ama müşteri her zaman haklı olamaz.

İşte empirik bilgi burada devreye giriyor. Şirket, adliyede işlerin nasıl yürüdüğünü "deneyimlemediği" için bilmiyor ve pratik olmayan talepler öne sürüyor. Avukat ise, duruşmaya giren avukatın çıkar çıkmaz adliyeyi terk etme eğiliminde olduğunu bildiği halde, kaleme gidip "Ya pardon durum böyleyken böyle şuna bi yazı bi kaşe rica ediim..." diye şirinlik yapmasında sakınca görmüyor. Yani bir tarafta deneyim yokluğundan kaynaklanan bilgi eksiği varken, öbür taraf bu eksiği göstermek ya da kapatmak yerine, o da sanki "bilmiyormuş gibi" davranarak hayatın pratik gerçeklerini yok sayıyor. Halbuki deneylenmiş bilgi kutsaldır.

Bundan bahseden arkadaşımın olayı nasıl çözdüğüne gelirsek; zaptın üstüne kendisi "4.15 TL. baro pulu alındı" yazıp, kaleme girip kimseye bişey demeden kaşeyi basıp çıkıyormuş. Tebrik ettim. Uygulama, yine bir yolunu buldu ve empirik bilgi hala kutsal.
*
Artık gönül rahatlığıyla Kemal Aytaç'a gelebiliriz... Fakat yarın bir ara yapalım bunu.

Sürekli dışarıda olmaktan öyle yoruldum ki... 35 saat kadar uyumak istiyorum fakat sadece 7 saatim var; o da yarınki duruşma eve yakın diye. Yoksa benim günüm 5'te başlıyor maşallah... Onu da sonra anlatırım.

İyi geceler,
Göksun

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder