13 Kasım 2010 Cumartesi

boş oturunca ne yapılıyordu?

Adana'dayım nihayet...

Bu kadar gezmekle bir sorunum yok aslında, ben dolaşmayı severim. Yalnız, hadi işlerden de geçtim, böyle olunca bir süre sonra insan "yerleşik olma" duygusunu kaybediyor. Haftaiçimin yine böyle yoğun geçtiği bir dönemde haftasonunda da bir yerlere gitmiştim, dönünce bir de baktım ki kendimi İstanbul'a "seyahate gelmiş" gibi hissediyorum!

Adana'da gerçekten bomboşum, o özlediğim "mal mal oturma eylemi" için bolca vaktim ve yerim var. Fakat ne yapıyorduk öyle oturunca, hiçbir şey olmadan ööyle oturuyor muyduk? Öyle bir oturma şekli var mıydı gerçekten? Şimdi benim hiçbir şey yapmam, ne bileyim dosya okumam, bir yere koşturmam, birilerine laf anlatmam, uçağa yetişmem, hakim beni duruşmaya almayacağını söylediği için yetki belgesi harçlandırmak adına veznede beklemem gerekmiyor mu? Sadece önümdeki etli dolma ve zeytinyağlı sarmaya mı konsantre olmalıyım? Bu gerçek mi?

Ha-ha, eğer hukukçu bir ailedenseniz adliye sizin peşinizi bırakmıyor sevgili arkadaşlar.

Tamam, dolma sarma kısmı gerçek. Sabah kahvaltının hazır olması, sonra anneyle kahve içmek, dedikodu yapmak, yarın akşama ne pişireceğimizi düşünmek, bunlar doğru. Fakat eğer evde avukatlığa tanrısal bir anlam yükleyen bir babanız/meslektaşınız varsa, hukuk dünyası peşinizi asla bırakmaz...

Akşam yemekten sonra, babam benim genel kurul konuşma metnimi görmek istedi. İsteyeceğini bildiğim için çıktısını hazırlamıştım zaten, aldı okudu, anladığım kadarıyla pek tatmin olmadı... Benim daha çok avukatın saygınlığı bağlamında konuşmamı beklediğini, Baro'nun Ergenekon müdahilliğinden bahsetmemin onu çok tatmin etmediğini hissettim.

Babamla tartışmaya girmeyecek kadar akıllı ve daha da önemlisi yorgunum. Daha çok o konuştu ben dinledim. Özetle, avukatlığın saygınlığının her geçen gün azaldığını, bunun ise ancak avukatın maddi bağımsızlığının sağlanmasıyla giderilebileceğini düşünüyor. "Baba" dedim, "Bin tane hukuk fakültesi var, bizim İstanbul Hukuk'un kontenjanına bak 450'den 1200'e çıkmış, böyle bir ortamda maddi bağımsızlık diye bir şey olur mu?" - olacağında çok ısrarlı. Benim ve benimle hemfikir olan annemin, avukat olmamıza rağmen konuyu nasıl hukuk fakültelerinin çokluğuna "indirgediğimizi" anlamıyor. Avukatlığın esnaflıktan, avukatın tarzının da koyun pazarlığından farkı olmadığını söyliyor, tamam olmayabilir. "Beş bin liradan aşağı alınmayacak ve üstelik de dünyanın yol masrafını gerektirecek bir işi, başka avukat bin liraya alıyor" diyor, doğrudur. Ama bunun, avukat enflasyonu dışında neyle açıklanabileceğini de ben anlamıyorum.

Bir de şunu tartışacaktık az daha, ben yine geri durdum: Delilleri avukatın toplaması meselesi. Şimdi bu netameli bir konu, peşin hüküm vermek istemiyorum. "Ceza yargılamasında da mı avukat toplasın diyorsun" dedim, evet öyle diyormuş. "İyi de" dedim, "Avukat bu işten para kazanan biri. Avukat hukuki ihtilafta doğrudan bir tarafı temsil eder, ben bir taraf vekili olarak karşı taraf vekilinin bir dolap çevirmeyeceğini nereden bileyim?" dedim, çok ağır yaptırımı olmalıymış bunun. Eğer böyle bir "dolap" çıkarsa ortaya, o avukat meslekten men edilmeliymiş. "Tamam güzel de, Türkiye'de yaşıyoruz, sen istediğin kadar doğru düzgün çalış, senin de hakkında bir Ergenekon dönmeyeceğini nereden bilebiliriz" deyince de "Ben olması gerekeni konuşuyorum" dedi.

"Baba 300 yıl sonra belki olabilecek bir şeyden bahsediyorsun sen" dedim ama ı ıh, ikna olmuyor. Babam 37 yıllık avukat, "37 yıl önce Türkiye'de 2 tane hukuk fakültesi varken de bu meslek böyleydi, 37 yılda bir adım yol gitmemişiz hatta daha geri gitmişiz" diye söyledi en son.

Avukata tanrısal bir anlam yüklediğini söyledim ona, evet yüklüyormuş gerçekten de. Halbuki ben bu mesleğin, ne kadar özel de olsa, neticesinde bir "meslek" olduğunu düşünüyorum. Sırf avukatlıktan kaynaklanan birtakım haklarım ve özel durumlarım var evet, bütün insanların ihtiyacı olan şeyleri biliyorum ve bütün insanların hayatındaki temeller üzerinde söz söyleyebiliyorum. Doğrudur. Ama bunun bir tanrısallık bahşettiğini de düşünmüyorum açıkçası. Hepimiz şurada hayatımızı kazanıyoruz. Pek çoğumuz, üniversite giriş sınavında bir puan eksik ya da fazla yapsaydı bambaşka hayatlara yol alacaktı.

Ha bir de yargıya ayrılan pay, hakim savcı yetersizliği gibi meselelerin, biz avukatların saygınlığına etkisi konusunda fazla detaya giremedik. Babam daha çok, avukatların mesleki algısına yönelik şeyler söyledi ama duruşma kapısında 2 saat beklemek de avukatın karizmasını çizen bişeydir.

Yani babamla anlaşabilmiş değiliz. Allahtan annem böyle tartışmalara girmeyen bir insan, çünkü biliyor ki babam da ben de ikna olmayacağız ve sonunda sadece başımız ağrıyacak. İnsanın hem bu kadar akıllı, hem de bu kadar güzel yemek yapan bir annesinin olması ne büyük bir lütuf.

Saat 09.10 duruşmasına, sabah hemen girip çıkıp ofise dönmem gereken duruşmaya, duruşmalar 09.45'te başladığı için 10'da girebiliyorum. Bu, Avukatlık Kanunu'nun neresi düzeltilerek değiştirilebilir?

Tüm tanıklı dosyalar tek güne alındığı için, geçen gün 4.5 saat duruşma bekledi hamile bir arkadaş. O an oracıkta bir bulantısı bir şeyi olsa ne olacak, başına bir iş gelse hakime tazminat davası mı açacak?

Perşembe günü İzmir'deyim, aynı koridorda iki ayrı mahkemede birer duruşmam var. Bir ona bakıyorum bir ona. Birinin mübaşirine "Ben şu dosyada davalı vekiliyim ama öbür mahkemede de duruşmam var, burada değilsem bilin ki oradayım" dedim, gayet "müdür" bir tonla "Ben seslenirim Avukat Hanım gelmezseniz sizin bileceğiniz iş" demesin mi!" "Oldu, duruşma salonundan çok güzel duyarım" diye başladım ama -ne tesadüf!- o an salona giriverdi.

Neyse, ben öbür duruşmadan çıktım yine buraya geldim. Baktım kapıdaki listede görülen duruşmalar çizilmiş, ama emin olmak istedim ve mübaşire "Abi çizdiğiniz yerde misiniz" diye sordum, sen misin soran... "Görmüyor musun çizmişim burada işte" diye azar yedim mübaşirden. "Ben seni mi takip edicem, nereden bileyim nerede olduğunu" diyorum, "Evet takip edeceksin" diyor. "He benim tek işim seni takip etmek zaten" dedim, sonra da "Allahtan buraya çok sık gelmiyorum" dedim (aslında sık da sayılır ama...) ve o an sahneye o Avukat Bey girdi... İşte efendim neden böyle konuşuyomuşum da, her yer memleketmiş de, onlar da İstanbul'da sorun yaşıyorlarmış da, İstanbul avukatları hep benim gibi diyormuş da, meslektaş olarak dayanışmalıymışız neden böyle ayrım yapıyormuşum da... Falan filan bi ton laf.

Ben o arada sinirden ağlamamaya çalışmakla meşguldüm, feci sulugözlüyümdür. "Ne dediğini duydunuz mu, üst üste saygısızlık yapıyor, İstanbul'da bu kadarını hiç görmedim" filan dediğimi hatırlıyorum, bir de "Memur tanıdığı avukata iyi davranıyor tanımadığına kötü, bu çok ayıp bir şey" gibi bir şey söyledim. Ama kazkafalı Göksun, kalkıp desene "Sayın Meslektaşım şu an meslektaşınızla değil mübaşirle dayanışıyorsunuz" diye. "O kadar İstanbul avukatı aynı şeyi diyorsa bir bildikleri vardır" diye. "Meslektaşınıza bu şekilde davranan bir mübaşire arka çıktığınız için kusura bakmayın ama 'meslektaş dayanışmasından' söz etmek sizin harcınız değil" filan desene orada. Ha bir de şu var, "her yer bizim memleketimiz" söylemini kullanan bir insan, algısını yaşadığı şehirden bir gıdım çıkarmamıştır genelde. Keşke bunu da vursaydım yüzüne, ama gerçi nasıl ispat edecektim. Her bulduğu boşluğa "orası da bizim memleketimiz" edebiyatını yapıştıran insanlara tahammül edemiyorum. Madem her yer memleket, bana neden İzmir'de bu şekilde davranılıyor? Sinirlendim yine ya.

İşte bu saçmalığı, avukatın maddi bağımsızlığını sağlayarak nasıl çözebilirsin?

Ertesi gün, Ankara'dayım.

Duruşmamı salonda bekliyorum, önceki duruşmaları izliyorum filan. İzlediğim duruşmanın başını kaçırdım fakat anladığım kadarıyla iş kazasından kaynaklanan tazminat talepli bir dava. Sanırım kazalı işçi vefat etmiş, çocuklarının yoksun kaldıkları destek hesaplanmış, hakim karar verecek...

"Çocukların üniversite okuma ihtimallerini hesaplamadan karar verdik, Yargıtay 'Artık ülkemizin her yerinde meslek yüksek okulları ve üniversiteler bulunmaktadır, okuma imkanları çok gelişmiştir, bu sebeple çocukların yüksek eğitim alma durumları gözetilmediğinden bozulmasına' dedi. E ondan sonra ben bilirkişiye hassaten hesaplamasını söyledim, bu sefer de  'Çocuk 18 yaşına girince ekonomik katkıya da başlar, yüksek eğitimi niye hesaplıyorsun,' diye bozdu. Ben şimdi ne yapayım" diye söylendi hakim.

Şimi bu sorun, avukatın bağımsızlığı ile çözülür mü?

Offf sinirimi bu kadar bozan bir mesleği nasıl sevebildiğimi anlamıyorum. Sanırım genel olarak, sinirimi bozan şeyleri seçmek ve üstelik sevmek gibi bir arızam var. İstanbul'da kalmak, yalnız yaşamak, ücretli çalışmak, avukat olmak, yüksek lisans yapmak gibi.

Fakat ben şu an sadece, evet saat 23.54 itibariyle, mutfağa gidip kendimi zeytinyağlı sarmaya vurmak istiyorum.

Can, gerçekten de boğazdan geliyor ve insan bunu en iyi annesinin mutfağında hissediyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder