10 Eylül 2012 Pazartesi

Hak verilmez çünkü sen kim oluyorsun?

Selam,

Görüşmeyeli pek bir şey değişmedi, ama çok çalıştım. Mesela yakın zamanda, eski ve yeni kira hükümlerine ilişkin yazmak gibi bir planım var.

"Senin neyine bu işler, anca git eczacıların tabelalarıyla uğraş" derseniz eğer, doktoraya başvurdum da ben üzerinize afiyet... Kabul sınavını ticaret ve borçlardan yapacaklarını öğrenince de e madem yeni kanunlara bakınayım dedim. Baktıkça bakadurdum. Bu doktora başvurusu ve kabul sınavı bambaşka hikayeler, kesinlikle anlatmam lazım ama önce kabul edilmeyi bekliyorum. Zaten buradan anladınız siz az çok neler diyeceğimi.

Dün ise, Çengelköy Çınaraltı'nda otururken, birden hak kuramı konusunda aklımda ampuller uçuşmaya başladı, on saniye içinde doktora tezi yazdım oracıkta.

Oranın duvarında şöyle afişler var, "dışarıdan yiyecek getirilmesine izin vermiş olduğumuz müessesemize dışarıdan içecek getirilmemesi..." vs vs nasıl bitirdiklerine dikkat etmedim. Bu "izin vermiş olduğumuz" ifadesi bana zaten çok çiğ gelirdi ama üzerinde düşünmemiştim.

İzin vermek, o hakkı veren kişiye özgü bir haktır.
Peki hak, verilen bir şey midir?
Çay bahçesi, oraya kurulmuş olarak, insanların oradan karşılıksız ve istedikleri şekilde faydalanma haklarını almış olmadı mı?
Geniş bakarsak, mülkiyet kavramı, mevcut hakların kısıtlamasıyla varlık bulan bir kavram değil mi?
Yani malik gelip benim hakkımı benden alıyor, sonra bir de "şuna şuna izin veriyorum" diyor.
Ama zaten, sen limitsiz bir hak alanının üzerine gelip oturan tarafsın, bana ancak neyi "yapamayacağımı" söylersin. Çünkü yapamayacağımı söylediklerin dışında kalanlara benim hakkım zaten vardır.
Bana "şunu yapma" diyebilirsin, ama "şunu yapabilirsin" diyemezsin, çünkü o hak bende zaten vardı, sen gelip üzerine oturup beni ondan mahrum ettin.

Buraya kadar anlatabiliyor muyum?

Mesela bir devletin kanunları, hep "yasaklar." Çünkü yapabileceği budur. Tarihin başında "hak" diye bir şey yoktu, çünkü her şey haktı. Mülkiyet, egemenlik, devlet filan derken bir bir kayboldular. Çünkü bütün bunlar, mevcut hak varlığının bir kısmını yok ederek var olabilen şeyler. O yüzden de, hep "yapamazsın" derler. Kalan kısım ise, bizim hak denizimizi oluşturur.

Yani "hak verilmez, alınır" deniyor ya, o alınmaktan kasıt "söke söke almak" gibi bir şeyse, bu söz de yanlış. Hak alınmaz, çünkü zaten vardır, sadece egemen tarafından "tanınır."

Eğer almak değil de "alınmak" fiili olarak düşüneceksek, o zaman tamam - ama öyle olduğunu hiç sanmıyorum. Hak verilmez, çünkü zaten vardır. Bir hak konusunda senin egemen olarak yapabileceğin iki şeyden biri o hakkı tanımak, diğeri ise hakkı sahibinden almaktır. Bu anlamda evet, hak verilmez ama alınmaya konu olabilir.

Peki o zaman, hak zaten hep var idiyse, doğal hukuk-pozitif hukuk ayrımını nasıl yapıyoruz? Hukuk ve haklar hep var mıydı, yoksa bunları insanlar mı icat etti?

Bunun cevabını ise şöyle buldum, evet, bir şeyler hep vardı, ama o hukuk değil adalet duygusuydu. Gördüğümüz bir adaletsizliğe gösterdiğimiz tepki adalet duygusundan beslenir, ama hukuk bu değildir. Hukuk bir düzen, bir sistemdir.

Kaldı ki, hak kavramını en baştan başlatıp adalet duygusunu bundan ayrı düşünmenin imkanı yok. Hak-adalet ilişkisi yumurtayla tavuğunkinden beter, fakat bence hak adaletten önce gelir. Çünkü adalet, bir hakkın yerine getirilmemesi ya da getirilmeme ihtimali üzerine gündeme gelen bir kavramdır.

Netice olarak, önce hak vardı. Yeryüzünde insan yokken bile, diğer canlıların birbirleri ve yaşadıkları doğa üzerinde hakları vardı. Bu hakların ihlali ile de, eğer Yaradılış üzerinden gidecek olursak, Tanrı'nın Habil'i kayırdığı an ilk kez gündeme geldi ve bu ihlal Kabil'in adalet duygusunu zedeledi. Bunun üzerine Kabil, adalet duygusunu tatmin etmek için kardeşini öldürdü ve hukuk işte o an, o noktada karşımıza çıktı: Kabil'in yaşadığı sürgün ile.

Adalet duygusu tekildir, her kişide ayrı ve farklıdır. Hukuk ise, toplumların adalet duygusudur, şeklidir, her bireydeki adalet duygusunun bir yönetim erki tarafından şekillendirilerek yine o topluma uygulanmasıyla oluşur.

Buyrun size hak kuramına giriş, 101.

Devamı için şimdi başka bir çay bahçesinde başka bir yazı görmem lazım, izninizle ben bi uzayıp geleyim...

5 yorum:

  1. bir sürü deyim geliyor aklıma. hak vermek, hak etmek, hak yemek, hakkını almak...

    YanıtlaSil
  2. "Netice olarak, önce hak vardı. Yeryüzünde insan yokken bile"
    sen bu mevzuları anlamamışsın, dahası kötüsü yanlış anlamışsın.

    YanıtlaSil
  3. hak kavramının oluşumu insandan ve evrimden bağımsız düşünülemez. insandan önce doğada hak kavramı yoktu.insanı hesaba katmazsak, doğa sadece ve sadece güçlünün-uyum sağlayabilenin hayatta kalmasına izin verir.

    YanıtlaSil
  4. hak ve adalet kavramları arasındaki ilişkiyi şöyle açıklamaya çalışayım;
    matematik olarak hak 1 ise adalet ona en yakın olmaya çalışan rakamsal değerdir.

    belki bilirsiniz, bir nasrettin hoca fıkrası vardır,

    hoca uyurken rüyasında biri ona bir kese altın vermiş, hoca altınları saymış, 100 altın beklerken keseden 99 altın çıkmış.
    hoca nerede 1 altın diye adamla kavga ederken rüyadan uyanmış.
    bakmış ortalıkta ne kese ne de altın var.
    tekrar vurmuş kafayı yastığa, yummuş gözünü,
    "ver bari 99 olsun" demiş.

    adalet ile hak arasındaki ilişki böyle açıklanabilir.
    biz de güya vatandaş olarak kendi irademizle kurulan devlet mekanizmasından bunu bekliyoruz.

    % 100 hak belki ütopyadır ama % 90 adalet mümkündür. insan iradesi dahilindedir. bu da bize yeter, barış içinde bir arada yaşamamızı sağlar.

    ama devletin adalet mekanizması çoğunlukla önümüze % 50 bile değil, eksi değerler sunuyor..



    YanıtlaSil
  5. merhaba,

    yorumlar için teşekkür ederim fakat sizinle fikir tartışmasına girmemek taraftarıyım. son derece haklı veya haksız olabilirsiniz, bu önemli değil. fakat direkt "sen anlamamışsın..." diye başlayan bir konuşmaya katılmayı anlamlı bulmuyorum.

    tekrar teşekkür ederim,
    göksun.

    YanıtlaSil