25 Eylül 2012 Salı

İki resim arasındaki sıfır fark.

Ben bu yazımı unutmuştum... Biraz önce çalışma arkadaşım Zehra "Ya geçen gün bir yazı okudum, çok beğendim, meğer sen yazmışsın..." diyince hatırladım.

Yayınlandığı linkte tarih 31/10/2010 olarak görünüyor, ama ben asıl yazdığım günü hatırlamıyorum. 2010 seçimlerine hazırlık sürecinde Katılımcı Avukatlar için yazmıştım ki bu yazıda Sezer'in katkısı çoktur. 

Aradan neredeyse iki sene geçmiş. Ben kendi adıma, iki sene öncekinden daha iyi koşullardayım ama, bu iki sene benim için büyük bir adım olmuşken, insanlık için hiçbir şeyi değiştirmedi.

Başlığa tıklarsanız, sizi yazının yayınlandığı yere götürecek. 

Çok sevgiler,
Göksun.

*


BİR BORDROLU AVUKATIN GİZLİ DEFTERİ

KANUNEN BAĞIMSIZ HUKUKEN BAĞIMLI FİİLEN İŞÇİ OLMAK
– BİR BORDROLU AVUKATIN GİZLİ DEFTERİ -
Hukuk fakültesi sayısındaki artış, genellikle eğitim yetersizliği bağlamında gündeme geliyorsa da, bunun biz gençler arasında çok daha önemli başka bir sonucu var.
Nereden ve nasıl mezun olursak olalım, hayatımızdaki işsizlik tehdidi ve bize uygun görülen çalışma koşulları mesleğin geleceği açısından çok daha büyük bir sorun. Çünkü avukatlık, somut olaydaki “olması gerekeni” ortaya çıkarmaya dayanan ve bu anlamda zihnen adanmışlık gerektiren bir meslektir; fakat mevcut koşullarımızda kendimizi “avukat gibi” hissetmemizin önünü kesen ciddi sorunlarımız var.
Dünyanın son zamanları, bize yeni bir ekonomik düzen getirdi. İş modelleri bu yeni düzene göre şekillendi ve hepimiz, mesleğimizden bağımsız bir şekilde, tamamen bu yeni düzenin öngördüğü modeller ile çalışmaya başladık.
İster bir ofiste ister özel bir şirket bünyesinde ya da kamuda çalışalım, bu modellerde “junior” olduk, “senior” olduk, “icra avukatı” “ipotekçi” “fikri mülkiyetçi” “ticaretçi” vs. olduk. Bir yandan bu “uzmanlığımız” ve unvanlarımız hoşumuza giderken, öte yandan aslında çalışma modelimizin bir üretim bandından farksız olduğunu göremedik. Biz artık senior olmakla övünür ve yeni maaşımızın tadına varırken, sadece bizden birkaç yaş küçük meslektaşlarımıza “Bakırköy’e delil listesi sunulacak, oradan Sarıyer’e gidilecek temyizin son günü. Kadıköy’den de ek mehil vesikası alman lazım” diye emirler yağdırmakta hiçbir sakınca görmedik. Çünkü bu bir üretim bandıydı, herkes önüne gelen işi sağına soluna bakmaksızın ve nefes almaksızın, kişisellik de katmaksızın yapmakla yükümlüydü. Herkesin işi belliydi ve bunun dışına çıkılamazdı. Bütün gün, masamızdan bile kalkmadan tamamen icra talepleri hazırlayıp borçlularla konuşmak bile bizi isyan ettirmedi, çünkü nasıl olsa bir gün “patron” biz olacaktık ve  bu geçici bir süreçti.
 Meslektaşımız Sezer Özkan’ın “Küreselleşmenin Kıskacında Avukat” başlıklı makalesinde belirttiği üzere, toplumdaki ve meslekteki aşırı düzeyde uzmanlaşma taleplerinin kökeninde, Yeni-Taylorizm denen bu akım vardır. Yani en küçük parçayı en kısa sürede ve en kaliteli biçimde yapmak olarak açıklanabilecek bu süreç, bugün hayatımızda ve avukatlık mesleğinde, daha başlangıç aşamasında karşımıza bir yol ayrımı şeklinde çıkmakta.
Bu ayrımı geçtik ve sonunda biz de tecrübelendik, yanımızda ya da “altımızda” avukatlar çalıştırmaya başladık. Başımıza gelirken dert yandığımız her şeyi, teker teker, bu sefer biz yapmaya başladık ve her şey kendini tekrar edip durdu…
 “Ücretli avukatlık piyasası” son birkaç yıldır çok acımasız. Çünkü gençler olarak gerçekten çok fazlayız. Standart işçilik sorunlarımız var, biz de mavi yakalı emekçiler gibi ihbarımız ödenmeden işten çıkarılıyoruz, fazla mesaimiz ödenmiyor, tatillerde çalışmamız gerekiyor, maaşımız düşük gösteriliyor…
 Fakat en yakıcı olanı, mesleğimizi özel kılan yasal haklarımızla aynı dünyadan bile olmadığımızı anlıyoruz. Avukat kelimesinin içini dolduran bağımsızlık kavramının, bizim için tatlı bir hayal olduğunu görmek insanın canını çok yakıyor.
 Bu sorunların “teşhis ve tedavisinde” öncelikle işçilik kavramı üzerinde durup statümüzün adını koymalıyız. Yanında 20 avukat çalıştıran ofis sahibi ya da çalıştığımız kurum ile “aynı dünyadan” olmadığımız açık, kendimize işçi mi diyeceğiz, başka bir şey mi?
 İş Kanunu işçinin tanımını “bir iş sözleşmesine dayanarak çalışan gerçek kişi” olarak verir ve biz de işyerlerimize karşı yasal taleplerimizi iş mahkemelerinde ararız. Her ne kadar Avukatlık Kanunu bizim bağımsız olduğumuzu iddia etse de, verilen işi reddettiğimiz için iş akdimiz feshedilirse dava dilekçesindeki taleplerimiz Avukatlık Kanunu’na değil İş Kanunu’na dayanır.
Eğer işçi tanımını Kanun’dan değil literatürden – Sayın Av. Haluk İnanıcı’dan alıntılayarak- yapacak olursak; “üretim araçlarının mülkiyetinden yoksun bırakılan, hayatını kazanmak için emek pazarında emek gücünü satan insan” şeklindeki tanım tam da bizi anlatmaktadır. 
Fakat eğer, İş Kanunu anlamında bir hukuki ilişkide bağımsızlıktan söz edilemeyeceği için işçi teriminden imtina edeceksek, o halde talep ettiğimiz çalışma modelini çok iyi tesbit etmemiz gerekir. Bağımsızlık unsuru bize “bağlı” ve “işçi” avukat olmayı yasaklıyorsa, biz daha ismi bile olmayan “hibrit” bir faaliyet yürütüyorsak, hakkımızdaki algıyı değiştirmek için zorlu bir yolumuz var demektir… Ama bir yerden başlamak lazım.
Dokuzdan sonsuza uzanan yollar yetmez gibi bütün gün adliyelerde ve muhtelif kurumlarda koşuşturan, hakim-savcı bir yana mübaşire bile saatlerce dert anlatmak zorunda kalan, bu da yetmez gibi kendisinin bile olmayan müvekkillerle –işvereni bu tür görüşme işlerini kendisine bıraktığı için- saatlerce telefonda aynı şeyden bahsetmek zorunda kalan, tüm bunları yaptığı aynı gün içinde birkaç dilekçe birkaç ara karar ve bir de raporlama çıkarmak zorunda kalan insanlarız ve haklarımızı kullanmayı sonuna kadar hak ediyoruz.
“Bordrolu” olmaktan kaynaklanan sorunlarımızın çözümü, bize mesleki haklarımızı sağlayan Avukatlık Kanunu içerisinde bulunmalıdır.
Mevcut Kanun, bordrolu avukat olarak çalışmayı “avukatlıkla bağdaşan işlerden” saymakta, fakat bu çalışma şeklinin olumsuz sonuçlarına dair tek bir söz söylememektedir.
 Kanun bizler için “bağlı çalışan avukat” terimini uygun görmüş ve sorunları çözmekten ne kadar uzak olduğunu açıkça göstermiştir. Zira, 1. madde avukatın bağımsız olduğunu açıkça yazarken, bir avukat tipini “bağlı” olarak nitelemek sorunu anlamaktan ve/veya çözmekten ne kadar uzak olunduğunu açıkça gösterir. Nitekim, Barolar Birliği de biz bordrolu avukatları Kanun’un o kadar dışında görmüştür ki, 2007 yılında işçi avukatların sicillerinin ayrı tutulması ve oy haklarının bulunmaması teklifinde bulunabilecek kadar ileri gidebilmiştir.
Temel sorunlarımızı çalışma saatlerinin ağırlığı, işi red hakkımızın olmaması, vekalet ücretinin ödenmemesi ve meslek içi eğitimlere katılamama olarak özetleyebiliriz. Bunun dışında, baro faaliyetlerine katılmak bizim için bir işsiz kalma sebebi olmamalı ve sigorta primlerimizin asgari ücret üzerinden yatırılmasının bir çaresini bulmalıyız.
Bütün bunlar için, örneğin, bordrolu avukatlığın bir tip sözleşmeye bağlanması iyi bir başlangıç olacaktır. İşyeri çalışma koşulları ve avukatın özlük hakları dayanağını Kanun’dan alan bu sözleşme ile taraflar arasında yazılı hale gelir ve bu sözleşmenin bir nüshası Baro’ya teslim edilir. 
Bu sözleşmenin amacı, avukatı “belirsiz süreli iş sözleşmesinden” kurtarıp, mesleki özlük haklarını kullanabilir hale getirmektir. Bu sebeple, 
- Öncelikle, bir avukatın bordrolu olarak çalışmaya başlayabilmesi için, tip sözleşmenin taraflarca imzalı bir nüshasının ve avukatın SGK işe giriş bildirgesinin Baro’ya teslimi şart olmalıdır.
- Tıpkı işçinin geç bildirilmesinde olduğu gibi, bordrolu avukatın geç bildirildiğinin ya da bildirilmediğinin tesbiti halinde, işveren avukata disiplin cezası uygulanmalıdır. 
- Tip sözleşmede, bordrolu avukatın işi red hakkı düzenlenmelidir. 
Bu husus, pek çok işverende “İşi reddeden avukatla çalışmanın anlamı nedir?” şeklinde bir itiraza sebep olacaktır. Gerçekten de, iş hayatının pratikleri düşünüldüğünde, işi red hakkının kötüye kullanılması halinde, çözüm olarak öngörülen şey bambaşka sorunlara yol açacak ve pek çok işyerinde ciddi sıkıntılar yaşanabilecektir. 
Bu sebeple, öncelikle, bordrolu avukatın red iradesinin yazılı ve gerekçeli olması uygun olacaktır. Ayrı bir maddede de, “avukatın işi reddetmesinin iş akdinin sözleşmesinin feshine sebep olmayacağı, ancak birlikte çalışma olgusunun fiilen ortadan kalkması halinde ise bunun İş Kanunu itibariyle geçerli fesih sebebi olduğu” düzenlenebilir. 
İşi red hakkının kapsamı sadece dava bazında değerlendirilmemelidir. Bu kadar açık yazmak pek çok meslektaşımızı rahatsız edecekse de artık gerçeklerle yüzleşme zamanıdır; uygulamada pek çok işveren kendi yapmak istemediği pek çok şeyi bordrolu avukatları araya koyarak yapma eğilimindedir. Böyle durumlarda meslektaşlarımızın bu tür işleri, işlerini kaybetme korkusu olmaksızın reddetme hakları olmalıdır. 
- En büyük sorunlarımızdan biri, vekalet ücreti meselesidir. 
Yapılan iş görüşmelerinde yasal vekalet ücretini sorduğumuz zaman, “Onun sizinle ne alakası var ki, siz maaşlı çalışansınız” cevabını almak pek çoğumuzun yaşadığı bir tecrübe.
Elbette ki müvekkiller –büyük oranda- işverenimizin bağlantılarıyla kazanılır ve elbette ki işverenin bilgi ve tecrübesi bu seçimde önemlidir. Fakat davayı fiilen yürütenler olarak, vekalet ücretiyle “bir alakamızın olmaması” değil meslekle, insanlık onuruyla bile bağdaştırılamayacak bir durumdur. 
Bunun yanında, vekalet ücretinin işi fiilen yürüten avukatla paylaşılması da, aynı işyerinde çalışan avukatlar arasındaki mesleki dayanışmayı zedeleyebilir. Bu sebeple, kazanılan davaların vekalet ücretinin, işyerinde çalışan tüm avukatlarca eşit oranda paylaşılması gerekmektedir. Bu husus tip sözleşmede düzenlenmeli, paylaşım oranı serbest iradeyle belirlenmeli, fakat işverenin kendine alacağı kısım o işyerinde kaç avukatın çalıştığı ile orantılı olarak belli bir limitte tutulmalıdır. 
Vekalet ücreti sorununu tesbit ettikten sonra, mevcut mevzuata bir de bu gözle tekrar bakalım. Göreceğimiz şey, vekalet ücreti takiplerinde tahsilatın ancak serbest meslek makbuzu karşılığında yapılacağı yönündeki düzenleme olacaktır. İşverenin insafına kalmış olmak kaydıyla, bu sorun pek çok avukatın çalıştığı bir büroda belki çözülebilir, fakat özel ya da devlete bağlı kurumlarda çalışan meslektaşlarımız için nasıl bir çözüm düşünülmelidir? Ülkemizdeki avukatların gerçekten önemli bir kısmı bordrolu olarak çalışıyorken, kanun koyucunun hepimizi “serbest meslek erbabı” olarak görmesinin nasıl bir açıklaması olabilir? 
Vekalet ücretinin tahsilinde serbest meslek makbuzu kesilmesini şart koşan Vergi Usul Kanunu Tebliği kesinlikle yürürlükten kaldırılmalıdır.
- Tekstil atölyelerini aratmayan mesai saatlerimizin yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. 
Bir yandan, avukat olarak piyasada zihin gücü ve kişisel yeteneği ile varolduğumuzdan, fiilen işyerinde bulunmamızın şart olduğu herhangi bir hizmet sektörü çalışanı gibi değerlendirilmemiz mesleğin ruhuyla bağdaşmaz.
Fakat öte yandan, özellikle ofislerde çalışan avukat arkadaşlarımız, bütün gün duruşmalara koşturduktan sonra ofis içerisinde halletmeleri gereken işlerini ancak akşamları yapabilmekte, “ofisten gece çıkmak” son derece normal bir yaşam şekli olmaktadır. Bu sebeple, avukatın fazla mesaisi başka bir çalışanın mesaisinden çok daha sık ve yoğun yaşanmaktadır. Gece geç vakitlere kadar çalışmak ve/veya haftasonu mesaisi bizler için hayatın bir parçası olmuştur. 
Bu itibarla, İş Kanunu’ndaki düzenlemenin yanısıra, yapılacak tip sözleşmede de fazla mesai düzenlemesi yapılmalı, haftasonu ve tatil günlerinde çalışmak ise ayrı bir ücretlendirmeye tabi olmalıdır. Avukatlar olarak, tatil günlerinde nöbet tutan eczane çalışanları kadar hak istemek son derece makul bir taleptir.
 Baroların vereceği mesleki eğitimlere katılmak biz bordrolular için de mümkün olmalıdır. 
Öncelikle, bu eğitimlerin şimdiki gibi haftaiçi gündüzleyin yapılması, en hafif tabiriyle düşüncesiz bir tutumdur. Meslek içi eğitimde zaten başarılı sayılmayan Baromuz, verdiği eğitimleri de –ofisten izin alamayacağımız için- katılamayacağımız saatlere koyarak biz bordroluları tamamen gözardı ettiğini bir kez daha göstermektedir. Eğitimlerin akşamüstü, akşam ve haftasonları yapılması gerekir. 
Bununla birlikte, bu tür eğitimlere devam etmek için işyerimizden ayrılmamız gerektiğinde mazeretli sayılmamız ve bunun karşımıza bir işsizlik tehdidi olarak çıkmaması gerekmektedir. Bunun kriteri de red hakkında olduğu gibi yine “çalışma olgusunu fiilen imkansız hale getirmek” şeklinde düşünülebilir. 
Eğitimlere katılamamanın işyeri ile ilgili tarafı hakkında bunları düşündükten sonra, maddi tarafı hakkında da bir çözümün düşünülmesi gerekmektedir. Çünkü pek çoğumuz, daha aidatımızı bile ödeyemiyorken, bir de mesleki eğitimin ücretini karşılayabilecek durumda değiliz. Bu sebeple, eğitimler mesleğin ilk 5 senesindeki meslektaşlarımıza ücretsiz verilmelidir. 
En büyük sıkıntılarımızdan bir diğeri, işyerlerimizdeki “emir-komuta” sistemine tabi olmaktır. Ofislerin sahipleri, kurumların amirleri ve şirketlerin yöneticileri tarafından, meslektaş olduğumuz unutulmakta ve bize mesleğimizin saygınlığından çok uzak şekillerde davranılmaktadır. 
Sözünü ettiğimiz bu sorunun, özel sektörün diğer çalışanları tarafından anlaşılması imkansızdır. Avukatlık öyle bir meslektir ki, ruhsatını o an almış avukat ile 50 yıldır meslekteki avukatın hak ve yetkileri birbirinin aynısıdır. Meslektaşlık ilişkisi, kendiliğinden bir demokratize oluşu da beraberinde getirmektedir. Özel şirketler ya da kamu kurumlarında, bir çalışanın makam alması, hak, sorumluluk ve yetkilerinin artması pek çok şarta bağlıyken, biz avukatlar mesleğimize doğrudan “o makamla” başlarız. Bu sebeple, bizden daha fazla sermayesi olan bir avukat bize sırf bu sebeple “üst perdeden” konuşma hakkını kendisinde görmemelidir. 
Her ne kadar bu konuda verilmiş Türkiye Barolar Birliği Disiplin Kurulu kararları var ise de, uygulamada sorunun önüne geçilebilmiş değildir. Bir etik sorunu olan bu sorun, ancak kollektif bilinçlenmeyle ve avukatın kendi değerinin farkında varmasıyla aşılabilir. 
Avukatın kendi değerinin farkına varması ise, ülkemiz şartlarında maalesef ancak maddiyata bağlıdır. Yukarıda saydığımız bütün hak ihlallerine maruz kalan avukat, bırakın bu ihlallere karşı kollektif bir hak arayışına girmeyi, bireysel olarak bile mücadele iradesi göstermemektedir. Bunun sebebi tabii ki, işsizlik kaygısı ve kendi işini yapacak maddi dayanaktan yoksun olmaktır. 
Maddi sıkıntılar bordrolu avukatlara özgü olmayıp, mesleğin başındaki hemen her meslektaşımızın ortak sorunudur. Staj boyunca kaçak işçi olarak çalışmış, buna rağmen ruhsat başvurusu için 1.500-TL ödemesi istenmiş, hiçbir sosyal güvenceden faydalanamamış, yaşamını ancak 500 lira stajyer “harçlığına” ve ailesinden gelen yardıma bağlamış ve o 500 lirayı kazanırken de “Acaba Baro benim stajımı yakar mı…” kaygısını yoğunlukla hissetmiş genç avukatlar, ruhsatlarını aldıktan sonda kendi işlerini kuracak sermayeye tabii ki sahip değillerdir. 
Bu sebeple, staj boyunca müstakbel meslektaşını tamamen yüzüstü bırakmış olan Baro’nun, en azından ruhsatı teslim ettikten sonra kendini biraz da olsa sorumlu hissederek buna göre davranması gerekmektedir. 
Mesleğin ilk 5 yılındaki avukatlardan aidat istenmemelidir. Bunun yanı sıra, kendi ofisini kurmak isteyen meslektaşlara uygun koşullu ve belli bir süre geri ödemesiz kredi sağlanmalıdır. 
Mesleğe yeni başlamış ve/veya ofis kurma çabasına girişmiş bir avukatın, henüz geliri olmamasına ve zaten kira, eşya ve vergi yükünün altında eziliyor olmasına rağmen bir de aidat yükü altına girmesi, Baro’nun empati yoksunluğunun en açık göstergelerindendir. 
Ayrıca bunun dışında, bordrolu avukatların asgari ücretleri de yeniden düzenlenmeli, bugün bir ev kirasına bile yetmeyecek miktarda olan “komik” asgari ücret artırılmalıdır. 
Bir hizmet sözleşmesi ile çalışan bordrolu avukatın kendi haklarını korumaları için, tabi oldukları hukuk sisteminin de netleştirilmesi gerekir. Bu bağlamda, yukarıda belirtilen düzenlemeler Avukatlık Kanunu’nda ayrı bir bölüm altında düzenlenmelidir. Avukatın “sözleşmeyle bağlı” olmasının sadece “ortak menfaatlere yönelme” şeklinde tezahür edeceği ve mesleğin özünde olan bağımsızlık niteliğinin ortadan kaldırılamayacağı Kanun’da yer almalıdır. 
Kanun’da düzenlenmeyen haller için İş Mevzuatı’na gidilmeli, Avukatlık Kanunu’nda hüküm bulunmayan haller için İş Mevzuatı’na açık yollama olmalıdır. Aynı şekilde, İş Mevzuatı’nda da mevzuata tabi olanlar için Avukatlık Kanunu hükümleri saklı tutulmalıdır. 
Ne yazık ki, gelişen ekonomi bize mesleğimizin güzelliklerini yaşamayı unutturmuş, hak aramayı meslek edinmiş olmamıza rağmen kendi haklarımızı arama irademizi yok etmiştir.
Yukarıda arz ve izah olunan sebeplerle, bordrolu avukatlar olarak yasal haklarımızın aranması ve tanınmayan haklarımızın yasallaştırılması için gerekli örgütlenmenin yapılması hususlarında gereğini saygı ile “rica” ederiz. 
Av. Göksun Gökçe Göndermez - 36148



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder