24 Eylül 2012 Pazartesi

Balyoz balyoz dedikleri, birkaç komutan birkaç Word belgesi...

Cumartesi günü aklımda sayfalar dolusu malzeme vardı fakat tek satır yazacak bilgisayarım yoktu. Öyle öyle ziyan oldu o sayfalar, ben de bütün gün kavanoz kavanoz turşu kurdum. Bu turşu meselesinden biraz sonra midemin kahyası'nda uzun uzun bahsedeceğim, detaylı bilgiyi orada bulabilirsiniz.

Elinizde cumartesi günün gazetesi varsa, onu lütfen atmayın. Bir köşede dursun. Gerçi her gazetenin içeriği aynı mıdır bilmiyorum, fakat Radikal hem Balyoz kararına hem de Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkına aynı gün yer vererek tarihi bir sayı çıkarmış oldu.

Bu iki haberin bulunduğu bir gazete, 2010 referandumu sonucunda ülkede neler olduğunun belgesidir. Bunu olumlu ya da olumsuz bir anlamda söylemiyorum; bu sabah fark ettim ki bir devletin yaptığı hiçbir şey iyi veya kötü olmaz. Her şey "konjonktür gereği" olur. İşte, referandum sonrası olan bitenin özeti de budur: İyi ya da kötü diyemeyeceğimiz, fakat yepyeni bir dünya.

Devletin herhangi bir tasarrufunun mutlak iyi veya mutlak kötü olarak değerlendirilmesini mutlak bir safdillik olarak görüyorum. Cuma günü açıklanan karar herkesi tatmin edecek nitelikte olsaydı, bu bizim cennet gibi bir ülkede yaşadığımız anlamına gelmeyecekti. Bininci söyleyişim, herhangi bir devlette yaşayarak, nasıl anarşist olunmaz ki?

Darbeciler mahkum edildiği için sevinecek miyiz yoksa şaibeli delillerin müebbete dayanak olmasına bakıp dövünecek miyiz? Bu siyasi bir tercih, ben bu konuda bir taraf seçmeyi boykot ediyorum - nitekim referandumda yaptığım da buydu.

Fakat eğer darbeciler mahkum edildi diye sevineceksek, hadi delilleri bir tarafa bırakın o konuya biraz sonra gireceğim, şu planın içeriğine bir göz atmakta fayda var. Örneğin planda, bir Türk jetinin Yunanistan hava sahasında düşürülüp halkın galeyana getirilmesi varmış. Mevcut yönetimimizin, darbeye ilişkin olduğuna dair yargı kararı bulunan bir plandan kopya çekmiş olması ihtimali sizce de bir ironi şahikası değil mi? Yunanistan hava sahasında düşürülen bir Türk jeti olası bir provokasyon malzemesi oluyor da, Suriye'de düşen jet kaderimizin oyunu mu? Kaldı ki belki de gerçekten öyledir, bunu hala bilmiyoruz çünkü kamuoyu olarak hala aydınlatılmış değiliz.

Tamamen ulusalcı bir mantıkla hazırlandığı öne sürülen bu planın, camilerin bombalanmasını öngörüyor olmasını anlamıyorum. Planın amacı dinden arınmış bir toplum mühendisliği idiyse, camileri bombalayıp insanların vicdanlarını o tarafa yönlendirmek neyin nesi, nerenizle düşünüyorsunuz? Ha buna karşı şöyle denebilir, "Ama şimdi asker karşıtı denen hükümetin döneminde her gün şehit haberleri alıyoruz, bu nasıl oluyor?" O başka bir şey. Askerlerin ölmesi, insanların askeri heveslerini ve akıllarındaki yüceltilmiş asker imgesini kırar. Fakat camilerin bombalanması, dünyanın her yerinde "ibadet eden insanın" öldürülmesidir ve askeri bir ölümle ilişkilendirilmez. Din adamı olmak isteyen hiçkimse, "camiler bombalanıyormuş ben en iyisi imam olmayayım..." demeyecektir.

Asker dediğin darbenin planını bile beceremiyor; cami bombalamak nedir ya bula bula bunu mu buldunuz? Bunlara plan yaptırmayacaksın, vereceksin ellerine silahı, Allah ne verdiyse sallayacak.

Toplum mühendisliğine gelince... Ya  bırakın allahaşkınıza, memlekette 4+4+4 var. Bu ülkenin başına gelen en etkin doğum kontrol yöntemi, AKP hükümetinin kendisidir.

Plana göre, darbe yapıldıktan sonra demokrat gazeteciler tutuklanacakmış. Neyse ki darbe olmamış da hiçbir gazeteci tutuklu değil şükürler olsun.

Eğer bunların yazılı olduğu bir belge müebbet hapis kararına dayanak olabiliyorsa, hükümet programını, hükümet üyelerimizin ajandalarını ve "yargıya söyledik" lafzını nasıl değerlendiriyoruz?

Bir de bunların "tam teşebbüs" halinde kalmış olması durumu var. Şöyle olmuş, bu komutan kişiler aslında darbeyi yaptılar yapacaklarmış, son dakikada elektrikler kesilmiş de yapamamışlar. Yani aslında tüm o mühendislik çalışmaları, bombalamalar, jet düşürülmeleri, gazeteci tutuklanmaları filan olmuşmuş. Biri lütfen mahkemeyi uyandırabilir mi, "o işleri yapanlar onlar değil" diye...

Yalnız bütün bunlara rağmen, ceza alan askerlere üzülemiyorum. Biliyorum, bu üzülemeyiş hukuki ya da objektif değil, fakat ne yapayım. Biz, her şeyden sorumlu tutulan "80 sonrası apolitik kuşak" olarak askerlerle hiç birebir muhatap olmamışsak da haklarındaki methiyeleri çok duyduk. Cezalarını, eğer gerçekten varsa öbür tarafta zaten çekeceklerdi, yargı kararı ile ceza bu tarafa taşındı. Olan budur. Yani benim sorunum, askerlerin ceza almaları kavramıyla değil, cezayı verenin cezalandırılandan bir farkının olmamasıyla.

Engin Alan mı yoksa karıştırıyor muyum, "Sebahat Tuncel bile benden az ceza aldı" demiş. Neden böyle bir kıyaslamaya girdiğini bilmiyorum. Sebahat Tuncel bu kişinin gözünde bir bölücü ise, kendisi de Sebahat Tuncel'in gözünde bir ırkçı. Hangisinin evla olduğu kişisel bir karar. Yalnız bunlardan biri kimseyi öldürmüş değil, diğeri ise kitlesel öldürmeyi organize eden bir sisteme komuta ediyor.

Deliller meselesine gelirsek... Türk yargısını Balyoz kararı bağlamında değerlendirenleri son derece sığ ve popülist buluyorum. Sanki her davamız bir hukuk şaheseri, CMK sistemi kusursuz işliyor, bir bu Balyoz sorun oldu. Kardeşim, yayınlanmayan kitabı ben mi yasaklattım? 13 yaşında kızın babası yaşındaki adamlarla rızaı ilişki kurduğuna ben mi karar verdim? Sırf bir mitinge katıldı, evinde çakmak bulundu, ırkçıların kanına "zehirli" dedi -ki bunu herkes demelidir,  lan altı üstü parasız eğitim istiyoruz diye pankart açtı diye, insanların hayatlarını ben mi mahvettim? Her davadaki deliller çok on numara, bir Balyoz taraflı. Çünkü siz gerizekalısınız.

İşkenceci polisler terfi ettiriliyor, "Ama Balyoz'daki font 2007'de çıkmıştı." Devletini eleştirdiğin tek nokta bundan ibaretse, al askerini başına çal, salak. Her şeyimiz tamam, bi fontumuz kaldı çünkü. Tüm kararlar birer hukuk şaheseri, bir senin generaline yanlış yapıldı. Gerizekalı aptal. Of kendimi durduramıyorum, mankafa beyinsiz. Herkese aynı adaletsizlikte işleyen yargı, kendisini şekillendiren zihniyete ayrıcalık mı yapacaktı? Hukukun doğru düzgün çalışmasının "ayrıcalık" haline gelmiş olmasını da mı ben yaptım?

KCK'dakiler çok mu mantıklı delillerle yargılanıyor? Bir sürü meslektaşımız şu an sırf vekillik görevlerini yaptıkları için tutuklu, bu çok mu adil? Benim kimi savunup kimi savunmayacağıma senin o boş kafan mı karar verecek? Karar hukuki değil siyasiymiş. Diğer tüm kararlar hukuki zaten.

Bu arada konuyla alakasız, geçen gün hukukçu bir arkadaşım konuşmasına "ben de ulusalcı ve demokratım..." diye başladı. Siz daha yargıdan karışmamış kavramlar bekleyin.

Neyse, yazı dilinde en fazla bu kadar sinirlenebiliyorum. Referandumun askerlere olan etkisini bu şekilde gördük, bir de Anayasa yargısı yönünde etkileri var.

Yalnız çok sinirlendim ben ya dikkatim dağıldı. Bu işin esası hakkında çok şey söylenebilir ama ben hala "leave the komutans alone" diye ağlayan ergenlere saydırıyorum.

Özetle; bir leylek kalmıştı, onu da seviyoruz hamdolsun. Haşim Kılıç "Mevcut durumda 100 kişiden 2'si derdine çare bulur" diyor, "Eminim herkes kaybettiği dosyayı bize getirecek" diyor, daha ne desin?

Bence yine iyimser konuşmuş. Çünkü bence, 100 kişiden 2 dediği, çare bulacak olanlar değil, şikayeti "dinlenebilir" bulunanlar olacak. Kaldı ki, eğer bu mahkeme doğru düzgün anlaşılır da temyiz gibi görülmezse bile, "ben davamı bu maddeye göre kaybettim, demek ki bu madde Anayasa'ya aykırıdır" mantığı ortaya çıkacak.

Şimdi beni "hayır" kararını sırf inadına dayandıran eski model bir ulusalcı sanmayın. Değilim. Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru benim karşı olduğum bir kavram değil, hatta keşke hep olsaydı. Buna ilkesel olarak bir itirazım yok. Fakat ben bunun, AİHM başvurularını geciktirmekten başka bir işe yarayacağını sanmıyorum. Bizim bütün kararlarımız 90. maddeye uygun olsaydı, zaten böyle yeni bir yargı yoluna ihtiyaç duymayacağımız açık. AİHM'nin kararları bizim yargımızı doğru düzgün şekillendirebilseydi, bunlarla zaten uğraşmayacaktık.

Yani bu yeni yargı yoluyla devlet diyor ki, "Ablacım, kol kırılır yen içinde kalır, sen gel derdini yine bana anlat." İyi de kimi kime şikayet ediyorsun? Şimdi AİHM öncesi bir de Anayasa Mahkemesi yolunu tüket... Bu arada, AİHM'nin bizdeki AYM yargısını "etkin olmayan bir yol" olarak görüp başvuru için önce burayı tüketmiş olma şartını aramaması tabii ki mümkün. Fakat bu karara kadar hem daha yıllarımız var, hem de eğer gerçekten öyle görülürse artık bu ülke için kim ne düşünür onu hiç bilemiyorum.

Bir yetmez ama evet dendi, bunlar oldu. Hayır dense, mutlaka bambaşka şeyler olacaktı. Devletin kendisi "evetçi" olduğu için, bu kez de belki karşı planlar ortaya çıkacak ve vatandaşı pişman etmeye yönelik başka şeyler yaşatılacaktı.

Geniş katılımlı bir boykot olsaydı, o zaman da "milletimizin içine sızmış bazı anarşistleri" ayıklayıp toplumdan tecrit etmek gerekecekti.

Yani devlet, illa ki, her şekilde yolunu bulur. İşi bu; başka hiçbir şey değil.

Çok sevgiler,
Göksun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder