6 Ocak 2012 Cuma

Söz sende Hamit el Sabah

Efendim bugünkü bültenimize geçmeden önce, neden Radikal’de ısrar ettiğim konusunda bir “ifade vermem” gerektiğini düşünüyorum…

Radikal’i sevmediğimi zaten daha önce zilyon kere filan söyledim, fakat Sezer sağolsun, “Okuma şunu diyorum okumaaa!” diye bana o kadar çok söylendi ki, “acaba dışarıdan nasıl görünüyorum” diye merak ettim.

Hürriyet zürriyet filan gibi şeyleri zaten direkt geçiniz.

Taraf okuyamam, çünkü asker zihniyetine karşı olmakla cemaate yakın görünmek arasındaki çizgi gerçekten çok fazla ince. Taraf’ın o çizgiyi doğru düzgün tutturabildiğine inanmıyorum.

Bir Gün okuyabilirim aslında, ama Radikal yazarlarının “kendini ifade ediş tarzı” bana daha yakın geliyor. Bir Gün’ün üslubu bana –bilmiyor da olsam- 80’leri çağrıştırıyor.

Evrensel hiç okumadım, haklarında konuşamam.

Radikal ise, “geyik” bir gazete. Tipi huyuma, jargonu dilime uygun. Çok ciddiye almadığım, zaten ciddiye alınmak gibi bir iddiası da olmayan, “mahallenin kendini solcu sanan tikisi” tadında. Üstelik, kendisini yerden yere vurabileceğim malzemeler de veriyor – mesela geçen günkü Gültan Kışanak haberi gibi.

İşte ben Radikal’i bu yüzden okuyorum. Kendini “sokağın sol gazetesi” olarak lanse eden bir gazetenin aslında bu lansmanla en fazla ne kadar alakasız olabileceğini görebilmek ve gösterebilmek için.

Bir ara Yıldırım Türker’e deli hayrandım ve yine bi ara Özgür Mumcu’ya aşıktım. Hayranlık denen şeyi 1-5 arası derecelendirecek olursak, Türker’e karşı olan hissim insani limit olan 5’e yeni indi. Mumcu konusunda ise, kendisine olan aşkımı söndürmeyip sadece stand-by’a aldım, o da ince hastalığa tutulmayayım diye.

Pınar Öğünç ve Koray Çalışkan da var hem. E tamam, daha ne olsun? Ben bir gazeteden benim dünyamı aydınlatmasını beklemiyorum ki; olan biteni “benim jargonumla” ve hoşuma giden bir görsellik içinde sunmasını bekliyorum. Yoksa allahınızı severseniz, ben kendim bir gazete çıkarsam onu bile okumamam gerekir. Çünkü mutttlaka “sinir bozucu” olurum.

Sevgili Sezer, gözümün içi, lütfen Radikal’e anlam yükler gibi olma. Radikal olm bu, Doğan’ın gazetesi, Eyüp Can yönetiyor. Nesine anlam yükleyeceksin? Ben senin gibi “ağır abi” değilim ki.

*
Eveeet, gelelim haberlere… Bu kez gazetenin kendisinden okuduğum için link veremiyorum.

*
Mümtaz’er Türköne istifa etmiş.

“Çankaya Köşkü’nün ve Kurum’un itibarını muhafaza etmek için ayrılmayı uygun gördüm” demiş. Ha şunu bileydin.

*
Van Adliyesi kullanılamaz hale geldiği için, M Tipi Cezaevi’ne taşınmış. Hakim ve savcılar, oda olarak koğuşları kullanıyorlarmış.

Her işte bir hayır var. Belki uygulamanın empatisel bir faydası olur. Tabii bizim ülkemizde bu deneyimin, hakimlerin “Bak seni sağlam yere gönderiyorum, evine gitsen evin yıkılır, ama cezaevi sağlam. Depremde heç bişe olmadydı biz bile orada çalıştıydık.” diye kullanılmasını beklemek daha gerçekçi.

Bu arada, depremler sebebiyle firar eden 300 kişinin büyük kısmı cezaevine geri dönmüş.

Hangimiz daha özgürüz?

*
Yapılan kazılardan anlaşılanlara göre, Bizans döneminde İstanbul’daki hayvan çeşitliliği bayağı enteresanmış. Fil kemikleri bile bulmuşlar ayol, fil diyorum.

“Diğer yandan İstanbul’da o tarihlerde akbabaların yaşadığı ortaya çıktı. Çok sayıda akbaba kalıntılarına rastlandı” – Öncelikle “kalıntısına” olacak o.

Haberin devamını ben yazıyorum:

“Yapılan araştırmalarda, ortalıkta yenecek çok fazla leş olduğu için akbabaların uçmaya olan ihtiyaçlarının sona erdiği ve önce kanatlarının kollara evrildiği anlaşıldı. Geçiş dönemine ilişkin buluntular henüz tamamlanamamışsa da, bu akbabaların insanlar tarafından avlanmaktan korunmak için bir süre sonra insan formuna kavuşmuş olduğu ortaya çıktı. Akbabaların tüylerinden kurtulma süreci ise, küresel ısınmanın düşündüğümüzden çok daha eskiye dayandığı gerçeğini gözler önüne serdi.

Akbabaların akıl almaz uyum sağlama becerisi ve insanlara aralarındaki yoğun kız alıp-verme sonucunda, ülkemizdeki insanların artık homo sapiens sapiens dışında bir tür olarak sınıflandırılmaları gündemde. Söz sende Hamit el Sabah.”

*
Okullar şehir dışına taşınıyor, kimsenin umursadığı yok.

Fışkıracak ruh-i mücerret gibi yerden çocuklarımız. Kime diyorum? Lan okuldan kaçıp sokaklarda sürtmeyen çocuk mu olur?

“…Bunlar ya  bina olarak tarihi nitelikte yahut konum itibariyle milyon dolarlarla ölçülebilecek arsa değerine sahip okullardı.”
Peki binlerce öğrencinin günlük transferi nasıl gerçekleşecek? Yıldız’a göre zaten okla servissiz giden öğrenci yok. Bunun trafik konusuna katkı bile sağlayacağı iddiasında hatta
Bu plan şehir merkezlerinin yoksullardan arındırılması zihniyerine de denk düşüyor.
…Hele kız çocuklarının belki 20 km öteye okula yollanması zor bir ihtimal.
Bu, ergenleri toplumdan, hayattan tecrit etmek mi demek?”

Pınar Öğünç’ten dinlediniz.

*
Türkiye’de evli kadınların %33’ü çocuk gelinmiş.

Asıl bu tehlikenin farkında mısınız?

“Kadın bilinçlenmesi” bizim bu okuyup yazma işlmizden çok daha büyük çaplı bir şey. Siz buna istediğiniz kadar nefret kusun, o kızın annesini “sesini çıkarabilir” hale getirir mi bu? Kendimiz çalıp kendimiz oynuyoruz.

Öyle bir ülkedeyiz ki, 11 yaşında ve 8 aylık hamile olan kız hastaneye kaldırıldığında, “ben kocasıyım” diyen 25 yaşındaki adam “izin vermediği için” evine geri gönderiliyor. Ve yine öyle bir ülkedeyiz ki, insan olmayı da Hipokrat yeminini de bambaşka yerlerinden anlamış birtakım insanlar, “E iyi madem alın götürün o zaman” diyerek hastayı teslim ediyorlar.

Elitist gibi “doğu çok eğitimsiz yeaaa” demeyin. Olay yeri Bolu. Bağırsan duyulur.

*
Mersin İl Genel Meclisi, hiçbir karşı görüş dahi çıkmadan, cem evlerini ibadethane olarak kabul etmiş.

Mersin Belediyesi CHP’li. Bu da, CHP’nin aleviler konusunda yapıp yapabildiği tek şey.

Sabahat Akkiraz’ı öyle isim olsun diye getirip meclise sokmakla olmuyor bu işler. Delikanlı ol, tüm belediyelerinden bu kararı çıkart, sonra benim karşıma “Ama bizim genel başkan Dersimli yeaa” diye çık. Turgut Özal da Kürttü, ona bakacaksak.

*
Evet işte Radikal’e sinir olmak için bir sebep daha.

Muğla’da Şerzan Kurt’un polis tarafından öldürülmesi olayına ilişkin soruşturmada dinlenen gizli tanık, “Polis gençlere direkt ateş etti” demiş.

Tamam güzel de, bu haber neden bu kadar küçük, geçiştirilmiş ve önemsiz addedilmiş?

Asker vursa sürmanşet yapardınız ama?

Bu demek değil ki askerlerinki de önemsenmesin. Asla. Eğer polis, asker, jandarma, onu bırakın devlete çalışan özel güvenlik görevlisi bile, kim olursa olsun… eğer elindeki erke dayanarak birini öldürüyorsa, bu haber ilk sayfalıktır. En azından detaylandırılıp dikkat toplamayı hak eder.

Festus Okey meselesini filan güzel haber yaptı Radikal, aferim. Baran Tursun olayında fena değildi. Havaalanında gözaltına alınan Azeri avukatı da anlattı. Tamam. Ne oldu, şimdi konumuz asker diye, polisi görmezden mi geleceğiz?

Hayır. Çünkü "Çarşı alayına karşı."

*
Kocaeli’indeki sanayi tesislerine toplamda 3.5 milyonluk çevre cezası gelmiş.

Eğer o cezalar doğru düzgün kesilip toplansa, tüm Kocaeli’ni yıkıp yeniden yapacak kadar para çıkar be.

*
Bir 28 Şubat kararı daha tarih oluyor.

Biliyoruz, 8 yıllık eğitim devletimizin bizim entelektüel seviyemizi artırma değil memleketi imam-hatiplerden kurtarma çabasıydı. İmam hatipleri kendisi getirmiş olan bir ordunun daha 20 sene geçmeden bu kez onlarla mücadele etmeye çalışması her zaman “ibretlik bir paylaşım” olarak kalacaktır.

Kuran kursuna gitme yaşının alt sınırı geçen sene kalkmıştı zaten. Hatırlatalım; Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’da Kuran kursuna gitmek için ilköğretimin 5. sınıfını bitirme şartı vardı, geçen seneden beri yok.

Son icraat planı ise, ilköğretimi 4+4+4 şeklinde zorunlulaştırma. Bu plana göre, 1 yıl okul öncesi+4 yıl ilk öğretim, sonraki 4 yıl “yönlendirme ve ortaoğretime hazırlık”, sonraki 4 yıl ise lise.  İkinci dört yılda “alan derslerinin” verilmesi düşünülüyormuş.

Yani biz “15 yaşındaki çocuğun yapacağı bölüm seçimi ne kadar olur ki” diyorken, şimdi o seçim 10 yaşına iniyor. On. Bo Derek filmi olan değil, yaş olan on.

Fatih’in İstanbul’u fethettiği değil, daha… Neyse.

Türk-Eğitim-Sen ‘den İsmail Koncuk ise göz yaşartıyor: “Geç bile kalındı. Ancak 4. sınıf erken. 5+3+4 gibi yapılabilir.”  Yani böyle demek suç değil, ama kalkıp “Bunun nasıl bir aklın ürünü olduğunu nitelemekte güçlük çekiyorum” demek muhtemelen suç. Ve burayı takip edenler de örgüt üyesi. Yani suç kavramını açıklamak için örnek olması babında konuştum, yoksa yapacağım değerlendirme bu değil.

Yorum olarak “nasip” dedim sadece.

*
Başbakan’ın “kırmızı telefonu” adliyede deşifre olmuş.

Hem gazete kapağında hem de ilgili haberin sayfasındaki manşet bu. Telefon numaraları Beşiktaş yerine Çağlayan’a gönderilmiş filan.

Ama asıl haber bu değil. Yani bence.

19 Ağustos 2011’de Aydınlık gazetesine düzenlenen operasyonda Başbakan Erdoğan’ın ses kayıtlarına ulaşılmış. Bu.

Hacı bunu haber yapasın yoksa hiç yapma. Sadece soruşturmada “devlete ait bilgilere” ulaşıldığını söyleyip bırak. Haberin içinde “Başbakan’ın ses kaydı” diyip de kalan tüm sunumda haber olanın sanki Beşiktaş-Çağlayan karışıklığıymış gibi yansıtılması nasıl bir haberciliktir? Haberi yapamıyorsun, bari doğru düzgün yapama.

*
Telefon dinleme olayı da malum, Genelkurmay’dan MİT’e devredildi…

Beni ilgilendirmiyor, neticede dinlenme konusunda bir değişiklik yok. Rızamla olmadıktan sonra, birini birine tercih edecek değilim.

Bu devir meselesi birkaç günlük haber. İlk çıktığında “bu sivil diktayı artık aşırı gözümüze sokuyorlar, bu nasıl bir pervasızlık…” diye düşünmüştüm, e zaten 2-3 gün sonra İlker Başbuğ’u da aldılar.

Korkuyorum anne.

Ve az bile korkuyorum:

“Buradan toplanacak bilgiler görev alanlarına göre Jandarma, genelkurmay ve Dışişleri Bakanlığı’na aktarılacak. Ama tüm raporlar Başbakan’a arz edilecek”
“Buraya 21. yüzyıl Türkiye’sine yakışacak bir elektronik istihbarat köyü kuruyoruz.”

21. yüzyıldan gerçekten çok farklı şeyler anlıyoruz.

*
İlker Başbuğ tutuklandı ve bunu tüm gazeteler yazıyor; fakat Radikal, son baskıya gaaa-yet rahat yetişecek bir saatte gerçekleşen bu olayı haber yapmaya üşenmiş. Haber “Tutuklama istemiyle mahkemeye sevkedilme” aşamasında kalmış.

Bakın sadece bu yazıda üçüncü soruşum, bu nasıl gazetecilik?

Dördüncüsü de geliyor:

Başbuğ’un tutuklanmasına ilişkin haber “Lacivert takım elbise, beyaz-mavi çizgili gömlek giyen Başbuğ, kırmızı kravat taktı. … bir albay ile tokalaştı ve gazetecileri başıyla selamladı.”

Hani gömleğin markası? Ayıp olmuyor mu?

*
Gazetecilere yine tahliye çıkmamış ki bunun haber değeri kalmadı zaten. Buraya kadar “köpeğin adamı ısırması” bu.

Adamın köpeği ısırması ise, STV’nin bu kararı, verilmesinden 20 dakika kadar önce açıklamış olması.

Ama işte bu ısırık, ayrı bir haber olarak üstüne gidilen bir şey değil de, tahliye kararı çıkmaması haberinin son cümlesi olarak haber yapılıyor. Etti beş.

Bu arada, bu konuda en doğru haber yine Zaytung’dan gelmiş, buyrun: “Anayasa Değişikliği Paketi'nin İçeriği Açıklandı: Yargıda Tüm Yetki STV'nin "Gereği Düşünüldü" Programına Devrediliyor”

*
Genelkurmay Başkanımız, terörle mücadelede askerin hayatı pahasına insancıl davrandığını söylemiş ve “kendi vatandaşlarımıza teörist demek istemiyoruz” ifadesini kullanmış.

E demeyin?

*
Evren Paşa’ya müebbet isteyen Angara Savcısı, “1982 Anayasası’nın kamuoyunun serbestçe oluştuğu demokratik bir ortamda oylanmadığını belirtmiş.

Üsküdar dicem, Yeni Zelanda’da bile sabah oldu.

*
TMBB İnsan Hakları Komisyonu, PKK’lı Ahmet Şerif Karakaya’nın babasını dinlemiş.

İyi etmiş güzel olmuş da, PKK’lıların kendisini de dinlese ya…

*
Şahin Bakan, BDP’liler için “İğrenç hareketlerinize tahammül ediyor bu devlet, bu millet” demiş.

Başka şeylere de tahammül ediyor ama, söyleyince susturuyorsunuz.

*
Ali Sabancı, ekonomi akanı Zafer Çağlayan’la görüşmüş.

Ondan da para istemiş midir acaba?

*
İran bizde NATO radarı kuruluyor olmasından rahatsız, çünkü kalkınmamızı istemiyor. Tabi.

Neyse ki Davutoğlu, bu radarın komşuları tehdit etmediği garantisini verip “Herhangi bir komşumuza saldırıyı onaylamayız” demiş.

Eminim İran çok rahatlamıştır. Fakat ben kendilerini yine de uyarayım…

Birincisi, diplomasi dili çok acayip bir dil. Üç gün sonra Davutoğlu çıkıp “Biz orada ‘herhangi bir komşu’ dedik, fakat İran son icraatlarıyla ‘herhangi’ olmaktan çıkmıştır. Artık bu radarın İran’a karşı kullanılması bir konjonktür gereğidir” derse karışmam. Zira kendisi bir dışişleri bakanı ve konjonktür demek zorunda.

İkincisi, bu radarın kullanılmasının istenmesi halinde, bunu isteyen “birtakım güçler” eminim Türkiye’nin onayını çok bekleyecektir.

Diyorum.

*
Ve bülteni kapatıyorum :)

Herkese çok sevgiler,
Göksun.

4 yorum:

  1. İğneleyicilik konusunda bir çam korusundan daha beter iğneleme yeteneğine sahip olduğunu söylersem sanırım yanılmam...

    YanıtlaSil
  2. az bile söylemiş olursun :) birebirde bambaşkayımdır :p

    YanıtlaSil
  3. Yürü be Göksun'un kim tutar seni :)

    YanıtlaSil