26 Haziran 2013 Çarşamba

gezi olaylarında barosuzluk

selam,

sabah gezi duruşmasına girdim. bir davanın asıl avukatı, bir de arif (nihat alpsoy) vardı. konuşmaları onlar yaptı, ben bir yandan davacı vekili tarafında +1 oldum bir yandan da idari süreci tamamen dinleyip öğrenmiş oldum. duruşmaya sırf bunun için bile girmeye değerdi bence.

bu "öğreniş" zaten yeterince asap bozucu bir şey. elinizde kapı gibi deliller var, ama yargı sonucunu umutla bekleyemiyorsunuz.

derken işe geldim, ben yokken feysbuk'larda neler olmuş diye bakarken sezer'in paylaşımını gördüm. ethem'in katili, mahkemeye zaten "ceza almayacak şekilde" sevk edilmişmiş. yani meşru müdafaada sınırın aşılması meselesi zaten sevkin kendisinde olan bir şeymiş.

yani yine güzel bir güne daha uyandık.

dün gece ise, başka bir güzel geceye uyumuştuk. çhd'nin çağrısıyla akşam orhan adli apaydın'da toplanıldı. salon tıklım tıklım değildi ama sayı yine de fena sayılmazdı. toplanmanın amacı "bundan sonra ne yapılabilir" konusunu konuşmaktı, fakat o kadar avukat bir araya gelince ortaya somut şeylerin çıkması her zaman kolay olmuyor. zira laf uzatmak bizim işimiz.

sezer'le yedi buçuğa doğru gidip yanılmıyorsam 10'a doğru çıktık. o kadar zaman içerisinde bir arpa boyu yol gidilememişti. yolun gidilen kısmından ise anlayabildiğim iki hakim görüş var; ben ikisine de katılıyorum:

1. şu an gezi konusunda çok farklı hukuki çalışmalar var, bunların koordine edilmesi lazım.
2. baro yine yap-madı yapacağını.

ilk konuya kısaca değinirsek; biliyorsunuz şu an çhd, ihd, ibrahim kaboğlu'nun bulunduğu ama adını unuttuğum başka bir grup ve gezihukuku.org birbirinden bağımsız çalışıyorlar. tabii bir de baronun cmk servisi var. kimin ne yaptığı belli değil, ortalık karman çorman. artı, genç meslektaşların büyük kısmı insanlara emniyet aşamasında yardımcı olacak bilgi ve deneyime sahip değil.

genç arkadaşlara mesleki eğitim verilsin, bu grupların koordinasyonu sağlansın vs gibi öneriler geldi ki bence de anlamlı olan bu. fakat burada, mesleki eğitim alacak arkadaşların da "bilmediklerini" itiraf etmeleri lazım. sezer'den duyduğum; "ben cmk biliyorum, bu işlerden anlarım" deyip de emniyete gidince kalakalan insanların bulunduğu. yapmayın böyle arkadaşlar. bilmiyorsanız bilmiyorsunuzdur, grup halinde gidin, yönlendirmeye uyun, ne bileyim, insanları kendinize güvendiriyorsanız bunun arkasında durun. ayıp. ben bilmiyorum mesela, savcılık-mahkeme sürecini takip ederim ama emniyet aşamasında tecrübem yok.

koordinasyon kurulu gibi bir şey oluştu mu bilmiyorum, sonuna kadar kalmadık biz. lütfen bize sorumsuz demeyin, oraya yol alınması için çağrılmış olan avukatların ıssssrarla "şu oldu bu oldu" diye anlatmaları insanı canından bezdiriyor. ya arkadaş kimse oraya senin yaşadıklarını dinlemeye gelmedi çünkü onları az çok herkes yaşadı. kahramanlık atışmasına değil, şimdi ne olacak diye konuşmaya geldik. ama yok, ille herkes bir kalkıp olan biteni kendi gözünden anlatacak. çünkü o arkadaş meydandayken biz ekvatorda tatildeydik. her neyse.

ikinci konuya gelirsek; orada dumurlardan dumurlara gark oldum.

baronun bu süreçte olması gereken yerde durmadığını zaten biliyoruz. ben barodan çok revirlerde bulunduğum için neler döndüğüne diğer arkadaşlar kadar  tanık değilim, fakat oluşan kaosun farkında olmak için baroda konaklamak gerekmiyor. buna rağmen, kriz masasının te 10. günde kurulduğunu bilmiyordum mesela. ilk günlerde "yardım için baronun avukat hakları merkezini arayınız" şeklinde dönen tweet'lere anlam verememiş ve bunu arızi bir şey olarak düşünmüştüm, meğersem baro bu işi gerçekten de ahm üzerinden yapmaya niyetlenmişmiş. cmk uygulama servisi ne doğru düzgün bir eylem planı hazırlamış ne bir şey, terörle mücadeleye bu konuda hiçbir tecrübesi olmayan arkadaşlar görevlendirilmiş - ya da görevlendirilecek olmuş, bundan tam emin değilim. dünkü toplantıda dahi yoktu baro; saat 9'a doğru lutfen hasan kılıç teşrif etti. gerçi kendisini tanımam etmem, şimdi hakkında olumsuz konuşmuş gibi olmak da istemem. fakat bendeki algı budur.

bu arada unutmadan, oluşturulan masada da zaten çhd'liler çalıştı daha çok - hatta belki hep.(gönüllüler ayrı. listede adı yazan neredeyse 1000 avukat varmış, allah razı olsun. aktif çalışan 300'e yakın kişi hakkında ise istatistiki bilgim yok.)

eğer bu konuda hukuki bir süreç ya da yardım operasyonu başlatılacaksa, öncelikle bu baronun değilse kimin görevidir? yukarıda saydığım bir sürü hukuki oluşumun, baro çalışsaydı ne gereği olurdu?

hadi diyelim ki, baro geç uyandı, ya da erken uyanmışsa dahi o oluşumlar yine ortaya çıktı. mümkün. arkadaş bunların koordinasyonunu sen sağlayacaksın? işin bu? ama yok.

istanbul tabip odası'nın hekimlere nasıl sahip çıktığını, düzenli olarak raporlar sunduğunu, sokaklara döküldüğünü gördük. bizde öyle örgütlü bir direniş olmadı, neyse ki çhd vardı da kendimizi bir meslek grubunun içinde bulabildik.

hani adliye içinde avukat gözaltıları olmuştu ya, ertesi gün gittik baronun "dışında" protesto ettik. dışında olması önemli, çünkü aslında genel kanı içinde yapılması gerektiğiydi. çünkü avukatın yeri, adliyenin içiydi. fakat başkanımız dışarıda olmamızı daha uygun görmüş.

efendime söyleyeyim, başkan bey o toplanmada esti yağdı gürledi, mangalda kül bırakmadı, şöyledir de böyledir de... güzel de konuştu, kendi kendime tebrik etmiştim. hatta "ya başkan, şu tavrı önceden de görseydik olmaz mıydı..." diye düşündüm. çünkü biliyorsunuz, bizim başkan ancak silivri'den bahsedilecekse ortaya "gerçekten" çıkar.

fakat dün, özgürlükçü hukukçular derneği başkanı av. fırat epözdemir dedi ki, meğer başkan o gün kendisinden sonraki çhd ve öhd konuşmalarını dinlememiş bile. kendi konuşması biter bitmez, diğer grupları dinlemeden meydanı terk edip gitmiş. buyrun size çok sevdiğiniz demokrasi kahramanı; yalnız kendisi "sahneyi paylaşırsa ölecek" hastalığından muzdarip.

fırat bey'in diğer söylediği ise iyice vahim. başkanın ""biz savcı olsak adliye içinde gözaltı kararı vermeyecek miydik" dediğini aktardı. vallahi böyle aktardı, aha sezer başta olmak üzere tüm salon şahit.

fırat bey'in gerçeğe aykırı konuşacağını tek bir an düşünmüyorum. belki, o da inanmadığım değil sırf hukukçunun mutlak bir dil kullanmaması gerektiğini düşündüğüm için, yanlış anlamış olabileceğini düşünebilirim. fakat eğer doğru anladıysa ve ben de onu doğru anladıysam, kendimi "işte o gün biz kendimizi bu başkana temsil ettirdik, bunu diyebilen birini alkışladık. desteği bu fikrin çıktığı bir zihinden bekledik. çok bekleriz." demekten alıkoyamıyorum. malum, başkanımız "fotoğraf seçmek" konusunda sabıkalıdır. şurada okuyabilirsiniz: http://koridorda.blogspot.com/2012/10/2012-genel-kurulu-bir-fotografn-hikayesi.html

neyse biz sezer'le çıktık salondan. aslında sezer sigara içmek istediği için çıkmıştık ama olay birden rakıya gitmeye döndü. ismail (o an tanıştığım çhd'li hemşerim) beni de davet etti sağolsun, ipek sokak'ta adana il sınırı'na gittik. orayı bilahare anlatacağım, satır arasına sıkıştırmak istemiyorum. zira adana dışında o kadar güzel kebap ve şalgam bulmak imkansıza yakın. bundan sonra benim kebapçım adana il sınırı'dır.

masada konuşulana göre, gezi sürecinde gözaltı ve tutuklamadan 900'e yakın kişi kurtarılmış. sayının çokluğu insanı mutlu ettiği kadar hüzünlendiriyor da.

avukat olmak konusunda, te gezi'nin ilk günlerinde fatoş "biz emniyete gidene kadar adamları zaten dövmüş oluyorlar." demişti. haklı. bu bizim mevcut durumu değiştirmekte ne kadar yetersiz olduğumuzu gösteren şeylerden biridir.

dün de yine, bunu anlatabilir miyim bilemiyorum ama, havadaki koku "durum bu ve biz ne yapabiliriz" şeklindeydi. avukatlığa ilişkin derin aydınlanmalar yaşadım. avukat, aslında devrimci filan olmuyor, olamıyor. tek yapabildiği ya da yapmaya çalıştığı, mevcut durumun imkanlarıyla bir koruma sağlamak. bundan ibaret.

dün yemekte hacer abla (yılmaz) aklımda kaldığı kadarıyla "avukat statükodan beslenir" dedi. ilk duyduğumda da bana mantıklı gelmişti ama sözünün derinine sonradan inebildim. evet, avukatlık böyle bir şey, yaptığın iş statükoyu değiştirmek değil, ondan beslenerek kendine bir alan yaratmaya çalışmak. bunu eleştirmek ya da yermek adına söylemiyorum, mesleğin varoluşu bu. asla daha az onurlu ya da daha az değerli değil, ama olan bu.

peki devrimi kim yapar?

mesela hukukçular yapabilir. ama "avukatlar" değil. ikisi farklı şeyler, karıştırmayalım.

avukatlık çok değerli, ama bizim misyonumuz çok daha geniş, unutmamak lazım.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder