19 Şubat 2014 Çarşamba

ne değişiklikler gördüm aslında yoktular...

selam,

haberleri okurken twitter sekmesini kapatmaya karar verdim, çünkü anlık tepkiyi tivit diye atınca blog yazacak hal kalmıyor. ama burada da laf lafı açtığı için haber okumak bütün günü alan bir eyleme dönüşüyor. yani okusam olmaz okumasam gönül razı değil. of duyarlı olmak çok zor. duyarlılık maaşı alamıyor muyuz, bu da bir tür maluliyet sayılamaz mı? tövbe yarabbim ne saçmalıyorum ben ya tamam.

onu bırakın da, chp anayasa mahkemesi'ne gitmiş, hsyk kanunu'ndan sebep.

hsyk değişikliğinin içeriğini siz biliyorsunuzdur, ben o ara gündemden uzaktaydım. özet geçiyorum, yeni 12 eylül'le zaten değişen hsyk demek yeteri kadar değişmemiş ki, konu 17 aralık sonrası tekrar gündeme geldi. hükümet, hsyk'yı adeta kendisinin irtibat bürosu filan haline getirecek bir kanun değişikliği yapmak istiyor. nitekim bu değişiklikler kabul edildi fakat henüz -şu günlerde twitter'da spam yağmuruna tutulmuş olan- cumhurbaşkanımızın onayından geçmedi. (bu onaydan geçemeyeceğine dair en ufak bir şüphesi olan varsa, yazık yahu rüyasından uyandırmayın.)

chp, henüz onaydan geçmeyen bu kanunu anayasa mahkemesi'ne taşıyarak bunun "yok hükmünde" sayılmasını talep etmiş. sebep de, düzenlemenin anayasa'ya aykırı oluşu.

arkadaşlar izninizle biraz teknikleşeceğim. bu iptal edilebilirlik/batıllık/yokluk konusu biraz karışık. bunların her biri birbirinden farklı şeyler. geçen sene tam da bu farktan bahsettiğim bir makale yazarken çok ağladım, oradan biliyorum. eğer aşağıdaki hukuki bilgilendirme kısmını atlamak isterseniz, bundan sonra trafik cezalarıyla ilgili habere geçeceğim, buyrun oradan devam edelim.

biraz önce "batıllık" dediğim, aslında hukuk terminolojisindeki butlan'ı karşılıyor. son yıllarda buna "kesin hükümsüzlük" deniyor. bu terim, bir şeyin "var" ama hüküm doğuramayacak nitelikte olmasını ifade eder. siz o işlemi aslında yapmışsınızdır, yani var etmişsinizdir, ama aslında hukuken o işlemin hiçbir etkisi yoktur ve olamaz. bu sebeple, sizin o işleme güvenerek yaptığınız sonraki işlemler de hükümsüz olur.tipik benzetme şudur ki butlan, çocuğun ölü doğması halidir. evet çocuk vardır ama aslında yoktur.

yokluk ise, bir anlamda butlan gibidir. yapıldığı sanılan işlemin yine hiçbir etkisi yoktur. ama aslında o çocuk hiç doğmamıştır.

örneğin birinden çek aldınız, daha doğrusu size "çek" denerek bir kağıt verildi. eğer bu kağıt, çek olmanın zorunlu unsurlarını taşımıyorsa, yani aslında hukuken o bir çek değilse, işte buradaki şey artık butlan değil yokluktur. çünkü ortada bir çek yoktur. veya diyelim ki evlendiğinizi sanıyorsunuz ama o kişi meğer nikah memuru değil de üzerine cübbe giyen herhangi biriymiş. nikah defteri yerine bambaşka bir şey imzalamışsınız. işte o evlilik batıl değildir, çünkü zaten hiç yoktur.

yokluk ve butlanın sonuçları da farklıdır. yok olan bir şey, düzeltilemez ya da ihya edilemez. yani olmayan bir şeyin sağıyla soluyla oynayarak onu var edemezsiniz. butlanda ise, işleri toparlama imkanınız vardır, çünkü ortada bir iş vardır. diğer bir fark ise; siz bir işlemin batıl olduğunu bile bile buna göz yummuşsanız, bunu sonradan gündeme getiremezsiniz. "zamanlaması manidar" deyip sustururlar. ama yokluk öyle değildir, yok olan şey hiçbir zaman yoktur, zamanlamanın bir manası olmaz.

iptal edilebilirlik ise çok kısa ve hiç karışık değil. hemen özet geçeyim; tahmin edeceğiniz gibi iptali istenen işlem gayet "vardır" ve hüküm de doğurmuştur. iptal kararı verilene kadar işlem halen yürürlükte ve geçerli olduğu için, o süreçte ona dayanarak yapılan işlemler de meşrudur. iptal edilebilirliği diğerlerinden ayıran şey işte tam olarak da budur.

çok uzattım hemen bağlıyorum. chp'nin bu kanun değişikliğini "yokluk" olarak nitelemesinin gerekçesini anlamadım. diyorlar ki, yapılan değişiklik anayasa'ya aykırıdır o yüzden de yok hükmündedir. nasıl yani? e zaten anayasa mahkemesi'nin varlık nedeni bu değil mi, kanuna uygun olan şeyi sen zaten neden anayasa mahkemesi'ne götüresin? o zaman hiçbir değişiklik aslında yoktu?

kaldı ki bu değişiklik usulüne uygun yapılmış mı? gerekli çoğunluk sağlanmış, gerekli bürokratik sürece uyulmuş, koşullar yerine getirilmiş mi? bu soruların yanıtını bilmiyorum ama olumluysa, o zaman "olmayan" ne? yani ortada bir şey "var," konu bu değil, konu olan şeyin hukuka uygun olup olmadığı. ki bu da artık bir butlan ya da iptal edilebilirlik sorunu.

öte yandan, eğer henüz -şu günlerde twitter'da spam yağmuruna tutulmuş olan- cumhurbaşkanımız onaylamamışsa, kanun değişikliği de henüz yapılmamış demektir. yani ortada daha dava açılacak bir şey dahi yok diye düşünüyorum. bir durun hele, önce değişiklik yapılmış ya da yapılma sürecinin tamamlandığı iddia edilmiş olsun ki hakkında taleplerimiz olabilsin. bu aşamada zaten olmayan ve olmuş gibi yürürlüğe de sokulmayan bir şeyin olmadığının tespitini istemek bana biraz garip geldi açıkçası. acaba chp'liler "zamanlaması manidar" denme endişesine filan mı kapıldılar; ya da içlerinde "durun, hukuk bu değil!" diyen mi yok?

bir göksun, sözünü her zaman tutar ve bunun için lannister olunmasına gerek yoktur. sosyal mesajımızı da böylece verdikten sonra, tuttuğumuz söze geri dönelim.

efendim deniyor ki, trafik yönetmeliği'nde değişiklik yapılmış, artık alkollü araç kullanmanın cezası daha da ağırmış.

pardon sevgili haber yazıcısı arkadaşım, uzayda mı yaşıyorsun?

arkadaşlar o cezalar zaten karayolları trafik kanunu'yla çoktaaan gelmişti. yeni değil, uygulanmaya başlanalı aylar oldu. bugün yayınlanan şey, o kanunun yönetmeliği. yani sadece, uygulanma şekline ilişkin bir yardımcı mevzuat. yeni ceza getirmiyor, mevcut cezanın uygulanma şekline ilişkin bir şey söylüyor.

kaldı ki, sevgili muhtemelen-uzayda-yaşayan arkadaşım, hukuk bilgisinden belli ki yoksunsun ama, seni biraz derin düşünmeye davet ediyorum. kanunda olmayan bir ceza, onun alt normu olan yönetmelikle getirilebilir mi? aklınızda olsun arkadaşlar, bir yasak ya da ceza kanunla düzenlenmemişse, yönetmelikle hiç düzenlenemez. yönetmelikler, tamamen dayanakları olan kanunların sınırları çerçevesinde kalmak zorundadırlar. eğer bunun aksini görürseniz, o yönetmeliğe karşı yargı yolunu işletebilirsiniz. ama onun prosedürünü şimdi anlatmayayım çok uzun.

bu arada yeri gelmişken, o cezayla ilgili söyleyeceklerim de var. kanun ve yönetmelik diyor ki, 0,50 promilin üzerinde alkollü araç kullananın ehliyetini ilk yakalanışta 6 ay alırım. peki tamam. hemen akabinde de diyor ki, ama diyor, eğer sen alkol muayenesini kabul etmezsen, o zaman iki yıl alırım.

nasıl yani? belki polis arıza çıkardı, ben "bir dakika ne oluyor" diyene kadar hoop tomayla girişti arabaya? belki ben daha "içmedim memur bey" derken "neee sen muayeneyi nasıl reddedersin!!!" diyerek yedim cezayı, laga luga derken imzayı da atıverdik? belki gerçekten kafam güzel, daha polis kim muayene nedir diye anlamadan, baktım gitmiş benim ehliyet iki yıl? altı ay gidecekken? nasıl iştir anlamadım.

ben bunu anlamayadururken, bir sonraki haber algımı iyice uçurdu. tipik bir yandaş basın haberi, "operasyonların arkasında cemaat var." tamam diyelim ki var, başkan'ın arkasında kim vardı on yıldır? neden bunları hiç konuşmuyoruz aziz ve muhterem din kardeşlerim?

gerçi onları konuşsak ne olacak, blog tarihimde muhtemelen on milyonuncu kez söylüyorum, memlekette muhalefet mi var? al bak yine bir gariplik, efendim chp'nin sarıyer'de seçime girememe ihtimali varmış. listeleri ysk'ya dokuz dakika da olsa geç teslim etmişler. dokuz dakika demeyin, 2009'da mhp'ye ilişkin emsal karar varmış, 25 dakika yüzünden mhp'nin seçime giremediği bir yer olmuş.

ysk benim de anılarımın olduğu bir kurul, o yüzden dakika hesabına girmeyeceğim. idari kurumlar ve kurullar böyledir, metne çok ağır bağlıdırlar. bu bir hukuk kültürü meselesi.

fakat asıl trajedi, chp'nin bu gecikmesine şaşırmamış oluşumuz. genel başkanının oy kullanamamışlığı olan bir partinin ilçe teşkilatı da böyle şeyler yapabilir, normaldir.

başka bir normallik, paralel devlet kuran bir yapının paralel sendika işine girmesi. iş hukuku benim yumuşak karnımdır, bu alanı çok sever ve çok özel bulurum. (söz bunun gerekçesini de anlatacağım bir gün.) sendikacılık deyince birden gözüm kulağım açıldı. iddiaya göre bu paralel yapı, işçileri örgütleyip sokağa dökmek için bir sürü sendika kuruyormuş.

imdiii, konuya birkaç yerden bakmak lazım. öncelikle şu "sarı sendika" kavramını açıklayalım. bunlar "işverenin araya soktuğu nifaklar" olarak özetlenebilir. yani işveren bir sendikayla gizliden anlaşır, işçiler bir şekilde bu sendikaya üye yapılır, böylelikle hem işçi kenidi örgütlü sanıp mutlu olur, hem de işveren lafını sözünü geçirebildiği kuzu bir sendika bulur, hem de sendika patronları bundan "memnun bırakılır." yani görünüşte herkes mutludur ama olan işçilere olmaktadır. sarı denmesinin de bir sebebi vardı, okumuştum ama hatırlamıyorum. fransa kaynaklı bir terim; fransa'da bu tür oluşan ilk (ya da en büyük) sendikanın binası sarı mıymış neymiş, öyle bir bağlantısı vardı.

"paralel sendikaya" gelirsek; bu sarı sendikayla aynı şey değil anladığım kadarıyla. "işçileri sokağa dökmek amaçlı" olduğu söyleniyor.

siz bu ülkedeki grev yasaklarını bilmiyor musunuz kuzum? işçiler patronları dışında kime karşı sokağa dökülebilirler? siyasi grev, hatta onu bırakın dayanışma grevi, bizim ülkemizde meşru mudur?

öte yandan, eğer veriler doğruysa son dönemde gerçekten bir sürü sendika kurulmuş. örgüt sayısındaki artış, örgütlenmenin de artacağını göstermiyor elbette. hatta ilk etapta bu bilince zarar bile verebilir. ama olsun, aşama kaydetmek iyidir ve işçi örgütlenmelerini artık her adım başında  görebiliyor olmak da bir aşamadır. sonra buna alışılır, fazlanın zarar olabileceği görülür ve olaylar gelişir. iş hukuku bilincine yönelik her şeyin bir şeyi var.

bir şeyi olan başka bir şey de, mustafa sarıgül'ün cumhurbaşkanımıza attığı "menşınsız tivit." her yerin kendinde bir adabı var, bu mention'suz taşlama da twitter alemlerine göre "metrobüste yer tutmak" gibi bir şey, yani ancak o kadar muteber. bana yapsalar muhatabımı menşın'layıp "müdür benim bana konuş!" diye bağırırdım.

neyse mustafa bey boş bir koltuk fotoğrafı paylaşıp, "türkiye cumhuriyeti cumhurbaşkanlığı" yazmış. bence bunda hukuken de siyaseten de hiçbir sorun yok, eleştiridir ve hatta bence dikkate de alınmalıdır. fakat bunu haber yapan -ve şu an okuduğum- gazete, öyle bir anlatmış ki, oouuvvv meğer sarıgül bu şekilde cumhurbaşkanına hakaret etmiş olmuş da haberimiz yok. aman allah'ım bu nasıl olabilir, bu nasıl hakaret!!1!!

arkadaşlar tehlikenin farkında mısınız? "interneti ahlaksızlıktan arındıracağız" diyen zihniyetin ahlaksızlık dediği şey bu işte. boş koltuk. boş ya, bildiğiniz boş. üzerinde de "türkiye cumhuriyeti cumhurbaşkanlığı" yazıyor. ama hakaret ve ahlaksızlık... bizim sosyal medya goygoylarımız hepten yalan oldu o halde, geçmiş olsun.

biz bunlarla uğraşırken, biliyorsunuz ukrayna bugünlerde karışık. ölenler 25'i bulmuş, yaralananlar yüzlerce. ben günlerdir başbakanımızdan "burada 3-5 kişinin hesabını yapıyorlar, bakın orada onlarca kişi öldü" benzeri bir açıklama bekliyorum ama gelmiyor. bu ilgisizlik ukrayna batıda kalıyor diye olabilir, bizim bu tarafta olsaydı şimdi oraya asker göndermek için tezkere hesabı yapıyor olurduk.

ah şimdi aklıma geldi, başkan çıkıp "milletimiz üzerinde başarılı olamayan faiz lobisiii, şimdi de ukrayna'yı hedef alıyorrrr!!!" der mi acaba? ama demez ya. ukrayna bizi ilgilendirmiyor, orada sünni kardeşlerimiz zulüm görmediğinden dolayı.

bunun dışında ufak tefek başka haberler de yok değil. mesela çamlıca camii besmelelerle yükseliyormuş, her gün 300 kişilik ekip işe besmeleyle başlıyormuş. allah kabul etsin tabii de, ister misiniz artık binalara da "helal" damgası vurulacak olsun? ben isterim zira nereden bileceğim oturduğum evin temelinde besmele var mı yok mu, şantiye şefi o gün abdestli miydi, kıyafetten taharet kurallarına uyuldu mu? önemli bunlar. rica ederim toki bakanlığımız  buna el atsın ve binaların girişine "binamız islami usûllere göre inşa edilmiştir" levhası zorunlu hale gelsin. lütfen.

başka bir ufacık haber, cumhurbaşkanımızın bir hsyk üyesi hakkındaki görüşü. yazının başında hsyk'nın iyice yürütmeye bağlanmak istediğine yönelik bir şeyler vardı zaten ama sayın gül konuyu son derece özet geçmiş, yorumsuz kopyalıyorum. (kaynak: yeni şafak, 19/02/2013 tarihli anasayfa, adres: http://yenisafak.com.tr/politika-haber/hsyk-uyesi-bana-bilgi-vermeliydi-19.02.2014-619653?ref=manset-9 )

"sizin atadığınız bir hsyk üyesinin açıklamaları var. 12 eylül'e benzetiyor. hsyk üyeleri bakanın memuru oluyor diyor.

evet ben atadım. ama benim atadığım üye keşke önce beni brife etseydi. ben herkese açığım."

şimdi lütfen başa dönelim, hem hsyk meselesini hem de müstakbel sansür uygulamalarını tekrar bir düşünelim. ama önce lütfen biri bana açıklasın, şu "brife etmek" nedir?

sevgiler,
göksun.

1 yorum:

  1. yine döktürmüşsün =) patron diyor ki seni ben hsyk'ya getirdim bana karşı sorumlusun, varsa bir derdin bana yanacaksın demek istemiş galiba ;)

    YanıtlaSil