4 Ekim 2012 Perşembe

Pazarlıklı tutarsızlık - Abi en son kaça olur?

Bedelli askerliğe karşı olup olmama konusunda bu sabah itibariyle derin çelişkiler içindeyim.

Konuyla alakasız görüneceği için, tutarlılık takıntıma ilişkin yazmazsaolecek'teki yazdıklarıma link vermeyeyim; ama özetle beni hep bu tutarlılık manyaklığı mahvetti. Bir şeyi düşünür veya savunurken onunla çelişik başka bir alana kayıyor görünmekten her zaman korkmuşumdur. Bu da insanı suskunlaştırıyor. Mesela bugün bir çelişkimi daha fark ettim.

Özgür Mumcu, ilk okuduğum halini söylüyorum, bu sabah "Bedelli askerliği çıkaran Meclis, askere bedelli gidenlerin kapıcılarının çocuklarını savaşa gönderemez" diye bir twit attı. (Aslında tam böyle değildi ama dediğim gibi, ben ilk anda böyle okudum.)

Kalkıp "Zenginimiz bedel verir, askerimiz fakirdendir" üzerinden, yeni oluşan kast sistemini incelemeyeceğim. Bu zaten yeterince yapıldı. Fakat gündemde "savaş" gibi somut bir şey olunca, askere gitmek zorunda olanlar ve olmayanlar meselesi iyice önem kazanıyor.

"Benim oğlum kurtulsun da..." demeyi eleştirmiyorum, herkesin canı kendine önemli. Fakat bu yönde bir düşünce, vaktiyle karşısında durduğum "yetmez ama evet" fikriyle örtüşmüyor mu? Ki oradaki karşı duruşum da "böyle düşünülemez!" değil fakat "böyle düşünülebilir ama eksik olur, bunun peşinden gidilemez" fikrine dayanıyordu.

Şimdi, eksik olduğu için peşine düşmeyi uygun görmediğim bir zihniyeti, konu kendi canımın içi olunca, neden benimsiyorum? Doğru olan şey, bedelli-bedelsiz, zorunlu askerliğin tümden kaldırılması ise ki bence öyledir, bu konuyu da boykot etmeliydim. Fakat Askerlik Kanunu değişikliğini, "Otuz bin lira çok fazla ama buna da şükür..." diyerekten, tam bir "yetinmeci" ruh haliyle karşıladım. Bu parayı bulamayanların canı, benim oğlumun-kocamın-kardeşimin-sevgilimin canından değersiz miydi? Ben bunu nasıl düşünebilirim?

Derken, meğer Özgür Mumcu "... savaşa gönderemez." dememiş, "... askere gönderemez." demiş. Aslında bana düşündürmesi gereken şeyler aynı, ama savaş gibi yakın ve somut bir şey yerine askerlik gibi şu an gündemimde olmayan ve soyut bir şey söylenince, bir an nefes alır gibi olduğumu hissettim.

Sonra bu sanal rahatlama yüzünden kendimden iyice soğudum. "Sen bir şeylerin aslında ne olduğunu, ille gelip seni bulunca mı anlıyorsun, soyut bir şeyi somutlaştırılmadan anlamıyor musun" diye kendime kızdım.

Yani özetle, hani "make the day" diye bir ifade var ya İngilizce'de, Özgür Mumcu'nun benim günüme yaptığı şey "make" değil de, çok ayıp bir şeydi.

Olsun, zilyon kere söyledim, ben kendisini her durumda severim.

Sivil günler,
Göksun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder