6 Ocak 2013 Pazar

Saygı duyarım...

Bu din iman konularında yazmaktan artık hoşlanmıyorum ama bunu görmezden gelmek istemedim. Neden hoşlanmadığım ise bambaşka bir konu, fakat şöyle özetleyebilirim: Öncelikle konu hakkında konuşanlar bana samimiyetsiz geliyor. Buna rağmen konuşmak da "En samimi benim ülen!" diyormuşçasına, feci bir elitizm algısı oluşturuyor. İkisini de hayatımda istemiyorum.

Ekşisözlük'te "avrupa'da dinin %5 oranla en önemsiz değer olması" diye bir başlık var. Başlıktaki ilk "entry" konuyu özetliyor zaten, fakat yine de başlığa tıklarsanız sözlük yazarlarına da saygıda kusur etmemiş oluruz.

Avrupa Komisyonu, AB üyesi ve adayı ülkelerde en önem verilen değerlerle ilgili bir anket yapmış. Buna ilişkin raporun ismi "Avrupalıların Değerleri" ve şu linkten bulunabilir: http://ec.europa.eu/public_opinion/archives/eb/eb77/eb77_value_en.pdf

Sonuçlara bakınca, birinci sırayı paylaşan iki değer görüyoruz. Bunlar %43'le insan hakları ve insan hayatına saygı.

Öncelikle şunu netleştirelim, bu ikisi aynı şey değil arkadaşlar. İnsan hayatına saygı ile yaşam hakkı farklı şeyler. Yani o hayat, o hayat değil.

İnsan hayatına saygı, yaşamın varlığı kadar içeriğiyle de ilgilidir. Yani siz birine "Senin yaşam hakkına saygı duyuyorum ama şu kıyafeti giymen şartıyla" diyemezsiniz.

İnsan hakları ise, yaşam hakkının ve bunun içeriğiyle ilgili hakların da içinde bulunduğu devasa bir bütündür. Buna yaşam dışında, adil yargılanmadan tutun, mülkiyete kadar, insan olmaya dair tüm haklar girer.

İkinci sırada ise, %40 ile barış geliyor.

Ülkemizde barış, değerden çok "şarta bağlı hak" olarak görülmekte. Nitekim biriyle barışacaksak, önce kendisinden "bizim egemenliğimizi kabul etmesini" bekliyoruz. Yapmayınca da, buna saygı duyup olan biteni sağduyulu bir şekilde değerlendirmek yerine, kendimizi "NASIL KABUL ETMEZSİN ULAN!!1!" diyerekten saçma bir saldırıya geçmekte haklı görüyoruz. Çünkü bizim dediğimiz üzerinde uzlaşılmıyorsa, sorun asla o dediğimiz şeyde olmuyor.

Üçüncü, %28 ile demokrasi. Demokrasi benim aklımı çok karıştıran bir konu; ilkesel olarak farklı bir şey düşünemem ama spekülasyona tanıdığı alan da görmezden gelinecek gibi değil. Demokrasi etiketli yazılardan diğer blog'dakiler daha yeni ve kapsamlı; şuradan görebilirsiniz: http://yazmazsaolecek.blogspot.com/search/label/demokrasi Bu blog'dakilerin linki ise şudur: http://koridorda.blogspot.com/search/label/demokrasi

Fakat netice olarak, demokrasinin özü insana olan saygıya dayanır. Bu sebeple yukarılarda olması zaten doğal bir sonuç.

Dğer sonuçlar ise sırasıyla şöyle gidiyor:

Bireysel özgürlük %23
Adalet %21
Eşitlik %20
Başkalarına destek %15
Hoşgörü %15
Kendini gerçekleştirme %11
Başka kültürler için saygı %9
Din %5
Bilmiyor %1

Bu kavramların bizdeki sıralamalarını, ilgili linkte bulunan çalışmanın 13. pdf sayfasında bulabilirsiniz. Fakat yüzdelerini değilse de, "anlaşılma şekilleri" aynı sırayla şöyle verebileceğimizi düşünüyorum.

Türban özgürlüğü
Mağdur edebiyatından beslenen bir intikam duygusu
Egemen tarafından uygun görülene bahşedilecek bir nimet
Kendi belirlediklerimize destek
Yerlerini bilip astar istemedikleri sürece sorun yok.
"Ben sana yapma demiyorum, hobi olarak yine yap..."
Seni uzaktan saymak saygının en güzeli
Her şey.
Ben bilmem beyim bilir - töbe yarabbim... - ocakta yemeğim var.

Yüzdeler bakımından özellikle dikkat çekenler ise şunlar:

- İnsan hayatına saygıda oranımız yüzde 50. Söze gelince, bu konuda bütün evet bütün anket ülkelerinden öndeyiz. Listede bizim dışımıda 50 yok, en fazla 49 var. Tebrikler.
- Fakat barış kategorisinde, saygıya 49 diyenler yine 40'lardan aşağı inmezken, biz saygıdan yıkılan TC vatandaşları 25'te kalıyoruz. Ki bu da, aynı liste içindeki en düşük orana tekabül ediyor.

Lütfen belirginleştirmeme izin verin: Bu ankette "İnsan hayatına saygım sonsuz" diyen insanların yarısı, barışı korunması gereken bir değer olarak görmüyor. Bu durumda birinci ihtimal, barıştan ayrı bir insan hayatının -demek ki- var olabildiği. İkincisi, bu insanların barışı bir değer değil fakat hak olarak görüp, sadece bu hakkı kazanan hayatlara saygı duymaları. Son ihtimal ise, bizim daha bu ayrımı yapmadan ahkam kesecek kadar "içi boş" insanlardan oluşan bir toplum olmamız. Buyrun istediğinizi seçin.

Din ise, raporda tablo dışında da üzerinde durulduğu üzere, en çok bizim ülkemizde önemli. Bizdeki sonuç %27, ikinci ülke ise 19'da kalmış. Yirmileri gören bir başka ülke yok.

İşte geldik zurnanın akort noktasına. Müslümanlık konusunda ukalalık yapmak istemiyorum, kaldı ki hristiyanlık konusunda zaten yapamam. Fakat siz kendini müslüman olarak tanımlayanlar, o iğneyi kendinize ne zaman batıracaksınız, çok merak ediyorum.

İslam'ın hoşgörü dini olması, insan hayatına saygı öngörmesi filan, birtakım teorik temeller... Belki gerçekten var, nitekim burada din kıyaslamasına girmiyorum çünkü bu bana saçma geliyor. Benim sorunum dinlerden çok inananlarla. İnananların, kendilerini sırf o dine mensup olmakla "şereflendiridikleri" yaklaşımıyla. Siz olaya böyle bakıyorsanız, pardon da ne insana saygısı abicim, sen direkt "benim seçtiğim peygamberi seçmeyen şerefsizdir" diyorsun. Kaldı ki o peygamberi gerçekten seçmiş olsan içim yanmaz. Etrafında gördüğün şeyi bir gram sorgulamadan kabul etmişsin, sonra kalkmış "müslümanlığın ilk şartı okumaktir" diyorsun. Sen de haklısın, oku emriyle kastedilenin ganyan cetveli olmadığını kimse söylememişse demek ki...

Kaldı ki, burada dinin amaç ya da araç başlıklarından hangisine girdiği çok önemli. Eğer bu bir araçsa, insana amacını sorarlar. Eğer amaç salt öteki dünya ise, bunun tek yolu dini kendini şereflendirme aracı olarak görmek midir? Bunu böyle anlayınca, Tanrı'nın yarattığı ve senin dışında kalan unsurlara karşı hiçbir görev ve sorumluluğun kalmıyor mu? Böyle düşününce çok güzelmiş.

Yok amacının içinde bu dünyaya ilişkin kaygılar da var ise, e buyur işte önünde koca bir dünya var, bu sendeki saygısızlık nedir? Kendini bu dünyadaki her şeyden ve herkesten değerli görmenin altyapısını bana açıklayabilir misin? Eğer din seni bu dünyadaki barış ve huzur ortamından sorumlu tutmuyorsa, kusura bakma ama sen inandığın şeyi bir gözden geçir derim ben.

Senin dininde cihat diye bir kavram var, insanları "doğru yola sevk etme" yönünde bir görevin olduğunu söylüyorsun, sonra kalkıp "misyoner" diye, işinde gücünde insanların kafasını kesiyorsun.

Eşitlik diyorsun, sonra "Afedersin Ermeni..." diyen adama alkış tutuyorsun.

Bunların bütün sebebi, kavramların "işe geldiği gibi" anlaşılması. Eşitlik, özgürlük, insan hayatına saygı gibi şeyler; "sen vaktiyle benim haklarıma saygı duymadım şimdi ben de seninkine duymayayım da eşitlenelim" şeklinde anlaşılıyor. Ki bu da, hiçbir kavramsal veya düşünsel temelden beslenmeyen, tamamen keyfi ve kof bir anlayış.

Bunu "enteller" de yapıyor yalnız, lütfen kusura bakmayın. Geçen gün Anda'yla bu entel taifesini şöyle andık, efendim neymiş, adam birini öldürüp 15 yıl sonra çıkıp tekrar aramızda dolaşıyormuş. E arkadaş, uzun tutukluluk sürelerinden, cezaevi koşullarından, oralardan buralardan dertlenen de sen değil misin? Tutuklu ya da hükümlülülerin bir kısmına ayrı öbür kısmına ayrı mı davranalım? Adam "adi suçlu" diye içeride ölsün mü? Adil yargılanma ve uygun cezaevi koşulları sadece siyasi suçlulara mı olsun? Peki onların hangilerine yapalım? Allah akıl fikir versin...

Tüm bu yüzeysellik ve sakilliğin sonucu olarak işte buyrun, vatandaş hayata saygı diyor ama başkalarını desteklemeyi o kadar da "iplemiyor." Ne olacaktı?

Bir çay koysaydınız iyiydi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder